ADNAN ÇOBANOĞLU - Üzüm Sen Genel Başkanı

Avrupa La Via Campesina’nın (Çiftçi Yolu) örgütleyicilerinden olduğu “Gıda Egemenliği için 2. Nyeleni Avrupa Forumu” Romanya’da 25-30 Ekim’de gerçekleştirilecek . 5 gün sürecek foruma Avrupa’daki ülkelerin üretici örgütlerinden, tüketici örgütlerinden, gıda iş kolunda çalışan işçi örgütlerinden, mevsimlik çalışan tarım işçilerinden, balıkçılardan, göçerlerden, çobanlardan, yerli halklardan, kırsal araştırmacılardan, “Dünya Kadın Yürüyüşü”nden 1000’e yakın delege ve gözlemci katılacak.

Avrupa La Campesina’nın (Çiftçi Yolu) kurucu üyelerinden Çitçi-Sen de Romanya’da yapılacak olan “Gıda Egemenliği için 2. Nyeleni Avrupa Forumu”na katılımı örgütlemek ve Türkiye’de de bir “Gıda Egemenliği Hareketi” oluşturmak için harekete geçti. Çiftçi-Sen, Türkiye’nin farklı yerlerinden, “Nyelene Gıda Egemenliği Formu”nun disiplinine ve ruhuna uygun bir katılımı gerçekleştirebilmek için çaba sarf etti. Çağrılar çıkarttı, farklı illerde görüşmeler ve toplantılar yaptı. Şimdi de belirlenen delege ve gözlemcilerle Romanya’ya gitmeye hazırlanıyor.



Bu forum neyi amaçlıyor?
2011 yılındaki “Avrupa Gıda Egemenliği Forumu”nun sonuç deklarasyonu bu soruya net cevap vermekte.

“Biz de kapitalist sistemin tam anlamıyla bir yansıması olan küresel tarım modeline karşı çıkmak için Avrupa sosyal hareketlerinin -yaratıcı ve enerjik- cevabını sunuyoruz. Gıda sistemleri, birkaç tane ulus ötesi gıda şirketi ve az sayıda dev perakendeci tarafından kontrol edilen endüstriyel tarım modeline indirgendi. Sadece kar elde etmeyi amaçlayan bu model gereklilikleri karşılamamaktadır. Sağlıklı, alım gücüne uygun ve halk için faydalı olan gıda üretimi yerine bu model gitgide agroyakıt, hayvan yemi ya da sanayiye yönelik hammadde üretimine dayanıyor. Bu model, bir yandan, tarım arazileri ve bu arazilerden hayatını kazanan insanlar için büyük bir kayba yol açarken, bir yandan da meyve, sebze ve tahıl yönünden yetersiz ve sağlıksız bir beslenme biçimine sebep oluyor.

Bu endüstriyel üretim modeli, tükenebilir fosil yakıt ve kimyasal girdilere bağımlı, su ve toprak gibi kaynakların sınırlarını dikkate almayan, çok büyük ölçüde biyoçeşitlilik ve toprak verimliliği kaybına neden olan, iklim değişikliğine katkıda bulunan, binlerce insanı en temel hakların dahi tanınmadığı işleri yapmak zorunda bırakan ve hem çiftçilerin hem de, başta göçmen olmak üzere, işçilerin çalışma koşullarının kötüleşmesine yol açan bir modeldir. Bu model bizi doğa ile, saygılı ve sürdürülebilir şekilde kurulan bir ilişkiden uzaklaştırmaktadır”

“Ortak varlıklarımız olan toprağın, geleneksel, çoğaltılabilir köylük tohumların, hayvan ve balık türlerinin, ağaç ve ormanların, su, atmosfer ve bilginin metalaşmasına, patentlenmesine ve sermayeleşmesine karşıyız ve bunlara karşı mücadele veriyoruz.

Bu varlıklara erişim, piyasalar ve sermaye tarafından belirlenmemelidir. Bu ortak kaynakların insan hakları, kadın-erkek eşitliği gözetilerek toplumun tamamını kapsayacak şekilde kullanılmasını sağlamalıyız. Ortak varlıklarımızı sürdürülebilir şekilde kullanma sorumluluğumuzun farkında olmalı ve Toprak Ana’nın haklarına saygı duymalıyız.

Ortak varlıklarımızın yönetimi kolektif, demokratik olmalı ve toplumsal denetim süreçlerine dayanmalıdır. Gıda ve tarımsal üretim sistemlerimizi belirleyen kamu politikalarının değiştirilmesi mücadelemiz, bir yandan gıda sistemimizi – yerel, ulusal, Avrupa ve küresel ölçekte – belirleyen yönetişim yapılarını ve kamu politikalarını değiştirme, diğer yandan, şirketlerin iktidarının meşruiyetini ortadan kaldırma yönündedir. Kamu politikaları tutarlı, birbirini tamamlayıcı ve aynı zamanda gıda sistem ve kültürlerini koruyacak, teşvik edecek nitelikte olmalıdır.

Tarım ve gıda politikalarının; gıdaya erişim hakkına dayanması, açlık ve yoksulluğu gidermesi, temel insani ihtiyaçları karşılaması, İklim Adaleti’ne – hem Avrupa’da hem de küresel ölçekte – katkıda bulunması gerekmektedir. Gıda üreticileri için sabit ve adil fiyat garantisi verecek, agro-ekolojik tarımı teşvik edecek, dış maliyetleri gıda fiyatlarına yansıtacak ve toprak reformunu gerçekleştirecek nitelikte yasal düzenlemelere ihtiyacımız var. Bu politikalar Avrupa’da çiftçi nüfusunun artmasını sağlamalıdır.” (Deklarasyonun tam metni için.Bkz. http://www.nyelenieurope.net/sites/default/files/2016-06/NYELENI_Declaration_Turkish.pdf )
Deklarasyondan da anlaşılacağı gibi ‘gıda egemenliği’ sadece gıda ve tarım sistemlerinde değişime yönelik bir istek değildir, anti-kapitalist bir içeriğe sahip yeni bir toplumsal düzen hedeflemektedir.


***

8 maddede gıda egemenliği nedir?

1. Gıda egemenliği; kapitalizmin dayattığı gıda sistemine karşı durmaktır. Yerel tohumlara sahip çıkmak, tohumların patentlenmesine ,GDO’lu tohumlara ve ürünlere karşı mücadele etmektir.

2. Gıda egemenliği; ‘küresel İklim Krizi’ne gerçekçi çözüm sunmaktır. Daha az su,ilaç ve enerji kullanımı gerektiren ve dünyayı soğutacak bir üretim sistemi olan küçük aile tarımına sahip çıkmaktır. Öncelikli olarak yerelde üretip, yerelde tüketen ve mevsiminde üretip mevsiminde tüketen bir anlayışı hakim kılmaktır.

3. Gıda egemenliği doğanın ve tüm canlıların kimyasal ilaçlarla zehirlenmesine karşı çıkmak, kimyasal ilaç üreten şirketlere karşı mücadele etmek, ekolojik dengeyi korunmak demektir. (Bu kimyasal ilaçları üreten şirketlerin kimyasal silahları üreten şirketler de olduğunu düşündüğümüz de gıda egemenliği aynı zamanda barış mücadelesinin de bir parçasıdır.)

4. Gıda egemenliği tüm canlıların suya erişim hakkını savunmayı, suların ve su kaynaklarının özelleştirilmesine karşı mücadele etmeyi de içinde barındırır.

5. Gıda egemenliği; toprağa sahip çıkmak, tarım arazilerinin şirketler tarafından enerji ve maden yatırımları, otoyollar, konut ve fabrikalar için gasp edilmesine karşı mücadele etmek demektir.

6. Gıda egemenliği; insanların geçimini yok eden, dolayısıyla onları göçe zorlayan sermayenin ve metaların serbest dolaşımını değil; halkların özgür hareketini istemektir. Üreticiler ve tüketiciler arasında rekabet ve çatışma yerine işbirliğini ve dayanışmayı geliştirmektir. Tüm insanların, gıda sistemlerini nasıl örgütleyeceğini kolektif olarak karar vererek, kamu yararını ilgilendiren tüm konularda ve kamu politikalarında karar alma süreçlerinde katılımcı olabilmesini sağlamak ve bunun için mücadele etmek demektir.

7. Gıda egemenliği; tarım ve gıda politikalarının; gıdaya erişim hakkına dayanmasını, açlık ve yoksulluğun giderilmesini, temel insani ihtiyaçların karşılamasını, cinsiyetler arası eşitsizliğin kaldırılmasını savunmak ve bunun için mücadele etmek demektir.

8. Gıda egemenliği; “ortak varlıklarımızın yönetiminin kolektif ve demokratik olmasını, toplumsal denetim süreçlerine dayanmasını” amaçlayan yeni bir toplumsal düzen istemek ve bu toplumsal düzen için mücadele etmek demektir. Öyleyse şimdi; ‘gıda egemenliği hemen şimdi’ deme zamanıdır.

Kaynak: Birgun.net