Karanlık ve nihilist olarak yorumlanabilecek ilk filmi The Seasoning House’daki korku-dram hissinden tamamen sıyrılan yönetmen Paul Hyett, son filmi Howl (Dehşet Treni) ile bambaşka bir yola sapmış ve retro kurt adam filmi çekmiş. Film, tüm kusurlarına rağmen eğlenceli ve gayet tabii olarak bol kanlı. Bir gece yarısı treni İngiltere’nin ormanlık yerinde birden duruverir ve bir daha çalışmaz. Duran trende hapsolan karakterler ormandan gelen kurt adam saldırısına maruz kalırlar. Howl filminin en büyük sıkıntısı, uyduruk bir film olmakla, B-film olmak arasında ince bir noktada sıkışmış olması. Bu arada kalmanın en ayırt edici unsuru, yönetmenin dış çekimlerde kullandığı tepeden geniş açılı planlarda kendini gösteriyor. Fazlasıyla yapay duran bu kareler, işin B-filmlerin kült olabilecek kanallarını adeta tıkıyor.

Tutarsız kamera
Filmin bir eksikliği gene kamera kullanımında kendini gösteriyor. Durmuş bir trenin içinde tıkalı kalmış insanların hissetmesi gereken klostrofobiyi yönetmen bize hissettiremiyor. Aksine uzunlamasına gördüğümüz tren içi derin kadrajlar yatay açıları dolayısıyla uzun trenin ferahlığını hissettiriyor. Halbuki tavan ve zemin arasında daha konsantre görüntüler elde edilseydi klostrofobinin yaratacağı gerilim, zaten hazırda var olan kurt adam gerilimine eklenebilirdi. Ayrıca iç çekimlerdeki hareketli kamera kullanımının bir sistem içinde olmaması da bir diğer tutarsızlık olarak gözüküyor. B-filmlerden müthiş oyunculuklar beklenmez ancak karakter yüzlerinin yakın çekimleri bu kadar sık kullanılacaktıysa oyunculukların biraz daha buna uygun kotarılmış olması gerekirdi.



Kurt Adam
Filmin alt kültür tandanslı B-filmlere yakın durmasını sağlayan en önemli özelliği, konusunda ve detaylarında. Filmin, karakterlerin canavardan korkmaktan ziyade kendi hayatlarını kaybetmekten korkmalarına odaklanan bir hikâyesi var. Karakterlerin bir türlü birlik olmaması ve kahramanlaşmayarak sıradan kalabilmeleri ile hikâyenin kara mizah damarı öne çıkarılmış. Underworld ve Twilight furyasının arka plan hikayeleriyle, vampir ve kurt adamlara yüklediği duygusal boğuculuğun bu filmde olmaması filmi bir alt tür olarak görmemizi sağlıyor. Filmin en yenilikçi yanı da zaten yönetmenin filmine sadece kurt adam filmi olarak yaklaşması. Dolunayda kurda dönüşüyorlar ama dolunay sonrasında tekrardan insana dönüşmüyorlar. İnsanlar ısırıldıktan sonra yavaşça değişiyor ve bu değişimin tamamlanması belki aylar belki yıllar içinde gerçekleşiyor. Underworld filmindeki kurt adamlar gibi kuaför salonundan çıkmış gibi görünmüyorlar tam aksine daha çok Wrong Turn filmindeki tiplemelere benziyorlar.

Güneş doğunca korku biter mi?
Düşük bütçeli olan B-filmlerde hemen her şey loş veya karanlıktır. Bazı şeyleri görür gibi oluruz ama pek bir şey göremeyiz. Yaratığın filmde ne zaman görüleceğinin zamanlaması ise en önemli meselelerdendir. Howl bu konularda oldukça kararlı ve cesur davranmış. Howl’da yaratığı tamamen görmemiz yaklaşık 1 saat sonra gerçekleşiyor. Bu zamanlama ayarının bu film için doğru olduğunu düşünüyorum. Bir korku filminin finalinde onca ölümlerden sonra seyirci gün ışığını görünce karakterlerin güvende olduğunu ancak Howl kurallara göre oynayan bir film değil. Bana bir diğer İngiliz kurt adam yapımı olan Dog Doldiers (2002) filmini anımsatan bu film özellikle türün takipçileri için bir tür panzehir. Ne de olsa beyazperdede B-filmleri kolay kolay izleme şansı yakalayamıyoruz.

Kaynak: Birgun.net