İLKER KÜÇÜKPARLAK- Psikiyatrist

Ankara’da 28 kişinin yaşamını yitirdiği patlama sonrası artık alışılagelmiş bir tablo yaşandı. Politik aktörler bu saldırının birlik ve beraberliğimize yönelik olduğunu ifade ettiler, sorumluların yakalanacağını ifade ettiler ve “bu aziz milletin” böyle saldırılara boyun eğmeyeceğini ifade ettiler. Bu tutumun kendisinin başlı başına öfke uyandırdığını söylemek mümkün çünkü ülkenin politik özneleri olarak ülkede ard arda gerçekleşen patlamalara yönelik sorumluluk almaya dönük bir işaret yok bu tabloda. Elbette patlamanın kendisi için değil ama ülkenin patlamaların yaşandığı bir yer haline gelmesi ile ilgili politik sorumluluğun üstlenilmesine halkın gereksinimi var.

Bu gereksinim kısmen sorumluların sorumluluğunu kabul etmiş olması ve adaletin kısmen de olsa yerine gelmiş olması ile ilgili olarak, sembolik bir boyut barındırır. Travma çalışmalarında olsun, mobbing nedeniyle danışmanlık verirken olsun adaletin yerine getirilmesinin, yani yapanın yaptığının yanına kalmamasının ne kadar iyileştirici olduğu vurgulanır. Hatta bireyin adaleti tesis etmesi mümkün olamasa bile bunun için elinden geleni yaptığını bilmesinin bile iyileştirici etkisi vardır. Yine de patlamaların politik sorumluluğunun üstlenilmesinin yürekleri kısmen de olsa soğutabilecek olan bu sembolik boyutunun yanı sıra gayet somut başka bir boyutu daha var.

Bir sorun yaşandığında -hele de bu tekrarlayan bir sorun ise- bu durumun akibetini belirleyen en önemli unsurlardan biri sorun yaşayan kişinin bu durumu nasıl izah ettiğidir. Bu sorunun sorunu yaşayan kişiyle ilgili nedenleri olabileceği gibi, kişinin dışında nedenleri de olabilir. Yaşamda karşılaşılan her durumda nedenlerin içsel mi dışsal mı olduğunu tekrar sorgulamak gerekebilir. Örneğin tersane bölgesinde çalışan bir işçi yaşadığı kazayı kendi dikkatsizliği ile açıklıyorsa içsel bir nedene, çalışma koşullarıyla açıklıyorsa dışsal bir nedene atıf yapmaktadır. İçsel nedenlere atıf yapmak özgüveni sarstığından sorumluluktan kaçınmak ve dışsal nedenlere atıf yapmak genel olarak daha huzurlu ama sorunu sürdüren bir örüntüdür. Örneğin sınavda başarısız olan bir öğrenci durumu yeterince hazırlanmadığı yerine öğretmenin kendisine takmış oluşu ile açıklıyorsa fazla stres yaşamaz ama bu atıf biçiminin sonraki sınavı için de pek hayra alamet olmadığını anlamak için psikiyatrist olmaya gerek yoktur. Bağımlılıkla ilgili çalışırken de sıklıkla karşılaşılan ve önlem alınması gereken bir tarzdır bu: “İstediğim ayakkabıyı almadılar, benim de moralim bozuldu, mecburen içmek zorunda kaldım.” ya da “Tam alkolü bırakmıştım ne güzel, eşim dırdır etti, ben içmeyeyim de ne yapayım?” Bu atıf tarzı değişmeden bağımlılıkla ilgili mesafe alınması olanaksızdır.

Politik öznelerin söylemleri de bu dışsal atıf nedeniyle kaygı uyandırıcı nitelikte. Tıpkı öğretmenin kendisine taktığını iddia eden çocuğun ebeveynleri gibi, ülkede ard arda gerçekleşen patlamalara ilişkin politik sorumluluk üstlenilmemesi duruma ilişkin kaygıyı körükleyen ciddi bir unsur.

Kaynak: Birgun.net