Caner Aktan

Emek kenti Kocaeli'yi çok yakından ilgilendiren bir düzenleme olan Özel İstihdam Büroları ve kiralık işçi düzenlemesi ile ilgili Av. Murat Özveri sorularımızı yanıtladı. Konuyu yakından takip eden Özveri'nin anlattıkları düzenlemenin arka planını gözler önüne serdi.

1985 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Özveri, 1998’de İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı’nda “Ekonomik Kriz Koşullarında Toplu İş Sözleşmesi Özerkliği ve Uyarlama Sorunu” başlıklı teziyle yüksek lisansını, aynı bölümde tamamladı. 2012 yılında aynı bölümden “Türkiye’de Uygulanan Toplu İş Sözleşmesi Yetki Sistemi ve Sistemin Sendikalaşma Üzerine Etkisi (1983-2009)” başlıklı doktora tezini vererek mezun oldu. Doktora Tezine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından 2012 yılı Prof. Dr. Cahit Talas Sosyal Politika ödülü verildi. Özveri'nin kaleminden çıkan ve sendikal hareket, örgütlenme, güvencesiz çalıştırma üzerine yazılmış çok sayıda kitabı bulunuyor.

1 Kasım seçimlerinin ardından kurulan hükümetin hayata geçirdiği ilk icraatlardan birisi de Özel İstihdam Büroları (ÖİB) oldu. ÖİB'ler için "amele pazarlarının modern şekli" nitelendirmesi de yapılıyor. ÖİB'lerin arka planını nasıl yorumluyorsunuz?

ÖİB'ler için 'amele pazarlarının modernleştirilmiş şeklidir' yorumlarına katılıyorum. Yapılan bu yorumda abartı yok. Tamamen gerçeği yansıtıyor. Esasen tasarının üzerinden konuşmakta yarar var. Ben ÖİB olarak değerlendirmek istemiyorum. 'Kiralık işçilik' kavramı daha uygun geliyor bana. Kiralık işçilik 'güvenceli esneklik' şeklinde sunuluyor kamuoyuna. Yasanın gerekçesinde de aynı tanım yapılıyor. Şimdi burada çok basit sorulması gerek sorular var.

HANGİ DURUMLARDA GÜVENCE VARDIR

Güvencenin ciddi anlamda bir güvence olabilmesi için bir takım koşullar vardır. Bir, iş sözleşmesinin feshine karşı işçi korunuyorsa güvencelidir. İki, ücreti insanca koşullarda yaşamasını sağlıyorsa güvencelidir. Üç, çalışma yaşamını düzenleyen bir takım koşullar vardır. Örneğin haftalık çalışma saati 45 saattir. 45 saati aşan çalışma fazla çalışmadır. İşçinin yıllık izin kullanma hakları vardır. Bu koşullar yerine getiriliyorsa güvencelidir. Dört, çalışma ortamı nedeniyle sağlığı fiziki, ruhsal ve sosyal anlamda bozulmuyorsa güvencelidir. Tüm bu unsurlar açısından şimdi tekrar kiralık işçi konusuna bakarsak...

İŞVEREN NE ZAMAN İSTERSE

Bir, kiralık işçinin işi güvencede mi? Hayır... Ne zaman işçiyi kiralayan işveren işçiyi istemezse tekrar ÖİB'e geri gönderecek. ÖİB ne zaman çağırırsa ancak o zaman çalışabilecek. Bir yerde çalışmadığı sürede geçen zaman kıdeminde dikkate alınmayacak. Sadece varsa ÖİB'nin eğitim ve çocuk bakım hizmetinden yararlanacak. Dolayısıyla işinin güvencesi yok.

Kiralık işçilik düzenlemesinde işçinin alacağı ücret meselesini nereye oturtacağız? Bu konuda bir güvence var mı?

Kiralık işçilerinin ücretinin güvencesi de yok. İki anlamda güvencesi yok. Bir, işveren işyerinde bütün hâkimiyetini işçi üzerinde kurarak ondan yararlanacak ancak işveren olmasından doğan ve işçiye karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeyecek. Bu konuda ÖİB'le muhatap olacak. İki, yasa ÖİB'leri yaygın bir uygulama olarak değil de, istisnai bir durum olarak sunuyor. Yaygın bir uygulamaya dönüşmemesi için de çeşitli süreler getiriliyor. Birden fazla tüzel kişiler şirket kuracak. Bu şirketlerden dönüşümlü olarak işçiler kiralanacak. Kiralık işçinin ücreti emsali işçinin ücretinden düşük olmayacak diyor yasa. Daha sonra Plan Bütçe Komisyonu'nda bu değiştirildi. İşveren yeni bir işçi aldığında katlanılması gereken maliyetin altında kiralık işçi çalıştıramayacak denildi. Yeni bir işçi aldığı zaman işveren zaten asgari ücretle alıyor çoğu zaman. Dolayısıyla kiralık işçilerin ücretleri de asgari ücret olacak.

KİRALIK İŞÇİYE SENDİKA YOK

Kiralık işçilerin mevcut bir işyerinde imzalanmış olan toplu sözleşmeden yararlanması mümkün değil. Çünkü işverenin işçisi değil. Bir işyerinde örgütlü sendikaya da üye olması mümkün değil çünkü ÖİB genel hizmet koluna giriyor. Diyelim ki metal sektörü için bir işçi kiralanmışsa metal kolunda faaliyet gösteren sendikaya üye olamaz. Dolayısıyla kiralık işçilikte toplu iş sözleşmesi ve sendikalaşma sürecide ortadan kaldırılmış oluyor.

EMEKLİLİK İÇİN 40 YIL FİİLİ ÇALIŞMA

Bir kiralık işçinin kısmi emekli olabilmesi için 30 yıl boyunca yılda 6 ay çalışması gerekiyor. Burada sadece kısmı emekliliği hak ediyor. 40 yıl fiilen çalışır ise normal emekliliği hak edecek. Daha henüz yaş meselesinden bahsetmiyorum. 40 yıl fiili çalışma. Dolayısıyla kiralık işçinin sosyal güvenlik hakkı da böylece elinden alınmış oluyor. Genel sağlık sigortası açısından bakacak olursak buda kiralık işçilere büyük maliyet getirecek. İşten ayrıldıktan 120 gün sonra gelir testi yaptırmak zorunda kalacak.

Türkiye'de iş kazaları ve meslek hastalıkları başlıca büyük bir sorun. Kiralık işçi düzenlemesine birde bu açıdan bakacak olursak işçileri iş güvenliği ve meslek hastalıkları konusunda nasıl bir tablo bekliyor.

İş kazası açısından belki büyük bir sorun olmayacak ama meslek hastalıklarının tespiti konusunda sorunlar elbette yaşanacaktır. Meslek hastalıklarının tespiti zaten Türkiye'de çok zor. Kiralık işçi düzenlemesiyle birlikte bu durum daha da imkânsız hale gelecektir. Şimdi bir işçi A işyerinde çalıştı ve gaza toza maruz kaldı. Oradan çıktı B iş yerine girdi gürültüye maruz kaldı. A işyeri diyecek ki benden kaynaklanmadı. B işyeri de diyecek ki benden kaynaklanmadı. Bu durumda meslek hastalığının tespiti de neredeyse imkansızlaşacak.

ÇAĞDAŞ KÖLELİK

Toparlayacak olursak. Böyle bir çalışma sistemine siz güvence diyorsanız. El insaf derim. Dünyadaki pek çok uygulamada böylesi bir güvencenin olmadığını gösteriyor. Dünyadaki kiralık işçilerin yaşadıkları ile ilgili yapılan araştırma raporlarına bakıldığında bu çok net bir biçimde anlaşılıyor. Açık ve net bir biçimde bu uygulamanın çağdaş bir kölelik olduğu söyleniyor. Bu konuda Microsoft'un insan kaynaklarının müdürünün bir lafı vardır: "İneği sağmak varken neden sahibi olayım ki"...

Hükümetin "taşeron işçiliği bitiriyoruz" şeklinde açıkladığı ve kamu kuruluşlarında çalışan çok sayıda taşeron işçiyi ilgilendiren düzenleme ile ilgili neler söyleyeceksiniz?

Bu yanlış bir algı. Mahkeme kararlarını uygulamayan bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız. Üstelik uygulamadığı mahkeme kararlarının yerine başka düzenlemeler de getiriyor. Şimdi burada özel sözleşmeli işçi alacaklar. Özel sözleşmeli işçi olarak aldıkları andan itibaren iş yasasıyla bütün bağlantıları kesilecek. Kıdem tazminatları gitti. Fazla çalışmaları gitti. İşçi sendikalarında örgütlenme hakları gitti. Bir anlamda memur sendikaları içerisinde örgütlenebilecek ancak biliyorsunuz memur sendikalarının da grev hakları yok. Bu uygulama şuanda taşeron sisteminin çok daha gerisinde bir sistem olacak. Tek güvencesi mutlak anlamda işe iadeleri söz konusu olabilecek. Kadroya alınma gibi bir şey söz konusu değil. Geçmişe dönük haklarıda ödenmeyecek. Ben olsam taşeron işçisi bu koşullarda bu sisteme geçmeyi istemem açıkçası.

Müdafisi olduğunuz ENPAY ve Ford işçilerinin davaları ile ilgili süreci değerlendirebilir misiniz?

Değerlendiremem. Davaların tarafı ve avukatıyım. Henüz daha Yargıtay aşamasında olan davalar. Dolayısıyla biz ancak o davaları duruşmalarda tartışırız. Kamuoyu önünde davaları tartışmamız avukatlık yasasına aykırıdır. Karar lehte veya aleyhte kesinleşirse o zaman değerlendirebiliriz. Ancak şu aşamada açıklama yapamam.

Kocaeli için her zaman sanayinin ve emeğin kenti tanımlaması yapılır. Hal böyle olunca Kocaeli'nin sendikal örgütlenme açısından da güçlü yapıya sahip olması gerekiyor. Kocaeli sendikal hareketin neresinde duruyor? Kısacası, sendiklar Kocaeli'de güçlü müdür, güçsüz mü?

Sakarya üniversitesinden bir akademisyen arkadaşımız "makbul sendikalar" şeklinde bir tanım yapıyor. Bu sendikalar sistemin çizdiği sınırlar içerisinde faaliyet yürüten ve sisteme sıkı sıkıya bağlı sendikalardır. Aslında bu sendikalar işçilerin haklarını almaktan çok işçi hareketlerini baskılamaya dönük bir araç haline dönüşmüş durumdalar. Ben sendikaların geriye düşmesinden çok ileriye yönelik bir atılım yapılabilmesi için içinden geçilen süreci bir sosyolojik süreç olarak tanımlıyorum. Bu sürecin sonunda eminim ki ileriye doğru bir hareket fırlayacaktır.

Nasıl?

Ben 1989 yılından bu yana bu alanın içerisindeyim. Politik çizgim itibariyle de 1976 yılından beri bu alanın içerisindeyim. 80'li yıllarda nüfusun yüzde 70'i köylerde, yüzde 30'u ise şehirlerde yaşıyordu. Bu durum şuan tersine dönmüş durumda. Bu inanılmaz bir dönüşüm. Tarım işçileri sanayi işçisine dönüştü. Toprağa basan işçiler artık betona basıyor. Dolayısıyla burada işçiler açısından bir evrim söz konusu. Bu kısa sürede gerçekleşecek bir evrim değil. Mevcut işçi tipi sosyolojik olarak sanayi toplumunun dışladığı bir tipolojidir. En basitinden Kibar Feyzo filmindeki "Biz Harranlıyız" metaforu çok denk bir örnek. Böyle bir kitleden birden bire örgütlenmesini beklemeyiz. Bu imkansız bir durum.

SÖMÜRÜYÜ ÖĞRENECEKLER

Bu işçiler öncelikle güvencesizliği öğrenecek. Köydeki gibi delikanlılık yapılamayacağını öğrenecekler. Sömürüyü öğrenecekler. Bir günlük yövmiyeleri kesildiğinde köydeki gibi kapılarının çalınıp bir tas çorbanın kimse tarafından getirilmediğini öğrenecekler. Başka bir sosyal ilişkiler ağı olduğunu öğrenecekler. Dolasıyla ilk başta sendikalara değil de şeyhlere, şıhlara ve tarikatlara yöneliyorlar. Yani sendikadan güvence değil de, bildikleri yerlerden güvence almak istiyorlar. Buralardan da güvence alamadıklarında yani sermayenin dili dini ırkı olmadığını öğrendiklerine ortaya bir sonuç çıkıyor. İşte bu sonuç demin bahsettiğim ileriye yönelik atılımın başlangıcıdır. Bu sosyolojik süreç sendikal hareketin gerilemesi değil, tam tersi ileriye yönelik atılımı için bir birikim sürecidir.

Peki hocam son olarak işçi davalarının hep işçi lehine sonuçladığı söyleniyor. Bu bir gerçeklik midir yoksa şehir efsanesi mi?

Bu bir şehir efsanesidir. Diyorlar ki "İşçiler davaların hepsini kazanır"... Var sayalım ki hepsini kazanıyorlar. İşçilerin kazandığı bu davalarda esasen işveren yüzde 30-40 daha karlı çıkıyor. Somut örnek üzerinden gidelim. İşçi dava açıyor. Ne zaman açıyor? İşten atıldıktan sonra. Çalışırken asla dava açamıyorlar. Fazla çalışmaları verilmiyor, dava açamıyorlar. Ücretleri eksik ödeniyor, dava açamıyorlar. Çalışma sürelerine uyulmuyor, dava açamıyorlar. Yıllık izinlerini kullanamıyorlar, dava açamıyorlar. Tüm davalar işverenle ilişki bitiyor ve ipler ne zaman kopuyorsa o zaman açılıyor.

Peki burada işçiler ne gibi bir hak kaybı yaşıyor?

Geriye dönük haklarını talep ederken 5 yıldan fazla olan haklar zaman aşımına uğruyor. Ücret hesaplamaları yapılırken ücretler eski ücretlerine göre hesaplanıyor. Fazla çalışmalarını kanıtlayacak bir belge ellerinde olmuyor. Bunu ancak tanıkla ispat etme yoluna gidiyorlar. Tanıkla ispat ettiği zaman belgeye dayalı olmadığı için mahkemeler en az yüzde 30 kesinti yapıyor. Faiz oranları düşük oluyor. Hal böyle olunca işçi alacağı olan 100 liranın 40 lirasını 50 lirasını alabiliyor. Geriye kalan işverene kalıyor. Bu sistemde işçi her zaman kaybediyor. Davayı kazanırken bile kaybediyorlar. Bu bir şehir efsanesidir.


Kaynak: Birgun.net