Pamukkale Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü Öğrenci Birliği'inden bir öğrenci, tutuklu olan akademisyenler Esra Mungan, Muzaffer Kaya, Meral Camcı ve Kıvanç Ersoy’a moral olması amaçlı bir mektup kaleme aldı. İşte o mektup;

Esra Mungan, Meral Camcı, Muzaffer Kaya, Kıvanç Ersoy’a;

Günlerdir haksız yere tutsak edilen siz değerleri hocalarımıza bu mektubu yazarken iki kavram üzerinde oldukça düşünmek zorunda kaldım: tutsaklık ve özgürlük. İlk bakışta sizlerin tutsak, bizlerin ise özgür olduğunu düşündüm. Sonra da kendime şu soruyu sordum:

Bizler ne kadar özgürüz?

Okulda, işte, sokakta, sosyal medyada kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir ortamın eksikliğini gün geçtikçe daha çok hissediyoruz. Sistemin bizlere belirlediği sınırlar içerisinde yaşayıp, o sınırlar içerisinde düşünüyoruz. Farklı dine, dile, ırka tahammülü olmayan insanlarla aynı havayı soluyoruz. İstediğimiz gibi konuşamıyor, istediğimiz gibi giyinemiyoruz. Saçımızı, sakalımızı onların istediği gibi kesip onların belirlediği kıyafetleri giyiyoruz. Üretmeye değil de sürekli tüketmeye zorlanıyoruz. Bu mektubu yazarken bile özgür değiliz. Kelimelerimizi seçip cümlelerimizi kurarken acaba kontrolden geçer mi diye sürekli düşünüyoruz. Tüm bunlara baktığımızda özgürlüğün bizim için sadece illüzyon olduğunu söylemek zor değil. Özgürlüğün gölgesini görüyoruz 'ama' ona dokunamıyoruz. Sahte özgürlükler gibi sahte mutluluklar yaşıyoruz. Ülkede sık sık sivil katliamlar yaşanıyor. Bombalar patlıyor. Kimsenin can güvenliği yok. Herkes evine tıkılıp kalmış, 4 duvar arasında yaşamaya mecbur bırakılmış durumda. Ama evlerinde oturup 'Survivor' izleyince özgür olduklarını düşünüyorlar.

Peki sizler ne kadar tutsaksınız?

Okula işe gidemiyor, sokağa çıkamıyor ve sosyal medyayı kullanamıyorsunuz. Demir parmaklıklar ardında yüzlerinde boş bir ifade olan, duygusuz insanlara bakmak zorundasınız. Uyumak için konforlu bir ortamınız yok. Gün ışığını çok kısıtlı zamanlarda görebiliyorsunuz belki. İstediğiniz çiçekleri koklayamıyor, gök kuşağının bütün renklerinden yoksun bırakılmış olabilirsiniz. Dış dünyanın sahte mutluluklarına uzaksınız. AMA ÖZGÜRSÜNÜZ! Neden mi? Çünkü fikirlerinizi cesurca söyleyip barışın altına imzanızı attınız. Hem de baskıların iyice arttığı bir dönemde bunu yaptınız. Parmaklıkların ardından baktığınızda kimin özgür kimin tutsak olduğu tartışılır. Sizi oraya hapsedenler parmaklıkların sadece diğer bir tarafındalar. Başkalarının komutları ile hareket eden insanların özgür olduğunu kimse söyleyemez. Asıl tutsak olanlar onlardır. Sizler ise kimseden emir almadan hür iradeniz ve vicdanınızla doğru olduğuna inandığınız bir şey yaptığınız için orada tutuluyorsunuz. Devletin yetkilileri tarafından bir suç işlediğiniz söyleniyor. Bizim burada suç kavramına daha geniş bir çerçevede bakmamız gerekiyor. Ülkede bir savaş çıkarıp sivillerin katledilmesi için emirler veren ve bunu inkar etmeyen, dibine kadar yolsuzluğa batan, sınır ötesinde illegal cihadçı örgütlerle illegal anlaşmalar yapıp ülkeyi canlı bomba yuvası haline getiren birinin yaptığı tüm bu şeyler dünyanın her yerinde 'suç' olarak kabul edilir. Bunu yapan kişi de suçludur. Sizin cezaevinde günlerdir tutulmanıza sebep olan ise 'Bu Suça ve Suçluya Ortak Olmayacağız!' diye yaptığınız açıklamadır. Sizin suçlu olup olmadığınıza karar verecek kişiler savcılar ya da hakimler değildir. Biz (ben ve arkadaşlarım) sizin masum olduğunuzu biliyor ve sizinle gurur duyuyoruz. Ülkemiz hala ayakta ve direniyorsa sizin gibi akademisyenlerimiz sayesindedir. Bu ülkeye barış getirmek için bir bedel ödenecekse, biz de bu bedeli ödemeye hazırız.

Pamukkale Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğrenci Birliği adında bir topluluğumuz var. Bu toplulukta yer alan arkadaşlarımızla beraber geçen gün oturduğumuzda George Orwell'ın 1984'ünü konuştuk. Kitaptaki Big Brother ile ülkemizde Big Brother arasında birçok benzerlikler bulduk. Birkaç arkadaşımız da sizleri kitabın ana karakteri Winston Smith'e benzetti. Fikirlerinizi değiştirmek için sizleri de W.Smith gibi tutsak ettiler, tecrit uyguladılar ve hala devam ediyorlar. Ama biz biliyoruz ki, sizler her ne olursa olsun boyun eğmeyeceksiniz. Sizler birer W.Smith değil Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451 adlı distopik kitabındaki 'kitap insanlar'sınız (bookpeople) . Totaliter bir devletin insanları bilgiden yoksun bırakmak için kitapları yaktığı bir ülkede, kitapları ezberleyerek diğer nesillere aktaran güzel insanlarsınız sizler. Sizlerin derslerine hiç girmememize rağmen birçok şey öğrettiniz bizlere. Gündelik zevkleri bir kenara bırakıp direnmeyi, boyun eğmemeyi öğrettiniz. Hayatta belki de özümüzü özgürlüğümüzü kaybetmemek için ihtiyacımız olan en önemli dersi verdiniz. Ve hala vermeye devam ediyorsunuz. Bu yüzden size minnettarız.

"İyi yazarlar genellikle hayatın gerçeklerine dokunurlardı. Bu bakımdan kitaplardan neden bu kadar nefret edildiğini, korkulduğunu anlıyor musunuz? Hayatın gerçek yönlerini veriyorlar." (Fahrenheit 451)

Siz değerli akademisyenlerimiz de yukarıdaki sözde geçen iyi yazarlar gibi hayatın gerçeklerine dokunuyorsunuz. Sizin gibi donanımlı insanların, sahte diplomayla ülkeyi yöneten biri tarafından hedef haline getirilmesinin tek sebebi; halka gerçeği sunuyor olmanızdır. Sizden korkuyor çünkü sizin kadar bilgili değil, sizden korkuyor çünkü sizin kadar cesur değil. Onda bulunan tek şey 'cahil cesareti'. Sizlere ortalama cümleler kurup, güzel günler güneşli günler yakındır diyemiyorum. Oldukça post-modern bir toplumda yaşadığımızdan ve tecrübesizliğimizden dolayı bir zaman aralığı kestiremiyorum. Güvendiğimiz tek şey sizlerin ve sizin gibi güzel insanların verdikleri mücadeledir. Güzel günler güzel insanlarla beraber gelir. Güzel günleri göreceğimizden eminim. Tarihsel süreci hızlandırmak için de bizler ipin bir ucundan tutmaya hazırız.

Tez zamanda tahliye edilmenizi umuyor, sizleri seviyoruz.

Pamukkale Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğrenci Birliği adına Necmi A.

Kaynak: Birgun.net