GÜRKAN AKÇAY

Bir sandalyede oturduğunuzu hayal edin, kolunuzu öylesine bir şekilde yerleştiriyorsunuz. Bildiğiniz kadarıyla kolunuzu bir biçimde tutmak için karar veriyorsunuz ve o biçime sokuyorsunuz. Peki ya bir sonraki hareketinizi planlamadan oturduğunuzu fark etseniz? Peki ya gerçekten de kararlarımız bilincimiz henüz farkında bile olmadan bilinçaltımız tarafından veriliyorsa?

Bu düşünceler 1980lere kadar uzanan araştırmaların neden olduğu sorular. Yapılan pek çok araştırma sinirbilimi camiasında özgür iradenin bir illüzyondan başka bir şey olmadığı tartışmalarına sebep oldu. Niyetlerimizin bilinçli olarak farkında olduğumuzda, seçimlerimize dair genellikle makul açıklamalar geliştirebiliriz, fakat bu durum tamamen geçmişe yöneliktir. Beyin aktivitemize karşı gelerek kararlar alan “hayalet bir mekanizma” söz konusu değilse ve beyin aktivitemizin bir sonucuysak, peki bu nasıl mümkün olabilir?

Özgür iradeye elveda mı?
Biz insanlar, günlük yaşantımıza dair bilinçli seçimler geliştirdiğimizi düşünürüz. Fakat oldukça geniş bir yelpazede değişkenlik gösteren bilinçsiz aktiviteler de yürütürüz.

Sinirbilimci Thalia Wheatley; beynimizin yaptığı birçok şeyin bilinçsiz olduğunu, söylemek üzere olduğumuz her kelimenin farkında olmadığımızı, örneğin mutfakta yürürken ayaklarımızın sendelemediği gerçekliğinin bilincinde olmadığımızı söylüyor.

Fakat, bu aktiviteler beynimizin “otomatik pilot” halinde yaptığı aktivitelerdir. Peki ya açıkça verdiğimiz kararlar ve maksatlı olarak yaptığımız şeyler söz konusu olduğunda? 1986’da psikolog Benjamin Libet tarafından yürütülen bir dizi deney; “bilinçli” seçimlerimizin pek de bilinçli olmayabileceğini ortaya koydu. Libet bu deneylerde, katılımcılardan, dönen kadranı ile bir saati izlemelerini ve ara sıra ve rastgele olarak kollarını bir biçime sokmalarını istedi.
Daha sonra katılımcılardan kollarını hareket ettirmeye karar verdiklerinde saat kadranının nerede olduğunu belirlemeleri istendi. Bütün bunlar sürerken katılımcıların beyin aktiviteleri EEG ile görüntülendi.

Deneyler sonucunda katılımcıların kollarını “istedikleri” bir biçime sokmalarına dair hareket ettirmeye karar verdikleri anın, aslında bu hareketi gerçekleştirdikleri andan yaklaşık 200 milisaniye önce olduğu bulgusuna ulaşıldı. Şaşırtıcı bir biçimde, beynin motor bölgelerindeki elektriksel aktivite, hareketten 550 milisaniye önce yükselmeye başlıyordu — yani hareket ettirmeye dair bilinçli karardan yaklaşık 350 milisaniye önce.

Bu durumun determinizmin (belirlenimcilik) beyin versiyonu gibi olduğunu söyleyen sinirbilimci John-Dylan Haynes şöyle diyor: “Beyin sizin için bir karar hazırlıyor, sonra siz bunu bilincinize çıkarırken, zarlar zaten atılmış oluyor.”

2008 yılında, Haynes ve beraberindeki ekip yürüttükleri bir çalışmada, katılımcılara sağ ellerindeki ya da sol ellerindeki bir butona basmaları arasında bir seçim sunulurken, beyinleri de fMRI ile tarandı.

Taramalar sonucu, kişinin butona basma seçiminin bilincinde olmasından daha önce beyinde iki bölgenin aktifleştiği bulgusuna erişildi. Bu bölgelerden birisi, genellikle yönetsel kontrollerde kullanılan prefrontal korteksin ön kısmındaki Brodman 10. bölge iken, diğer aktif bölge ise duyusal entegrasyondan sorumlu paryetal korteksin bir kısmıydı.

Daha çarpıcı olanı ise bu bölgeler, harekete dair bilinçli bir seçim yapılmadan en az 7 saniye önce aktifleşiyordu. Bu da daha önce ölçülen motor-planlama bölgelerindeki 350 milisaniyelik aralıktan yaklaşık 20 kat daha fazlaydı. Dahası, fMRI tekniği de hafif bir gecikme içerir, dolayısıyla bu durum aktivitenin bilinçli karar noktasından neredeyse 10 saniye önce gerçekleştiği anlamına geliyor.

Sam Harris gibi birçok sinirbilimci, seçimlerimizin genlerimiz ve çevremizin kompleks etkileşimi tarafından ve dolayısıyla da kontrolümüz dışında yürütüldüğünü ileri sürüyor. Harris’in 2012 yılında çıkardığı “Özgür İrade” isimli kitabında şu cümleye yer veriliyor: “Yapmaya karar verdiğiniz şeyi yapabilirsiniz, fakat neyi yapmaya karar vereceğinize karar veremezsiniz.”

Öncelikle çalışmalara dair çıkarımların tartışmaya açık olduğunu belirtelim. Bu deneyler özgür iradenin varlığına dair şüpheleri artırırken, yine de eylemleriniz için bilinçaltınızı sorumlu tutmaya başlamamız gerektiğini ortaya koymuyor.

Özgür irade neden önem arz ediyor?
Özgür irade var ya da yok, beynimiz eylemlerimiz üzerinde söz sahibi olmak üzere evrimleşmiş durumda. Fakat bütün bu özgür irade tartışmaları bir önem arz ediyor çünkü insanların kendi davranışlarından sorumlu olmadıklarını düşünmeleri oldukça farklı şekilde davranmalarına sebep olabilir.

2008 yılında yayımlanan bir çalışmada katılımcılardan bilgisayar üzerinde bir matematik testine dahil olmaları istendi. Bir bilgisayar hatasından kaynaklı olarak, katılımcılara her sorudan önce “space bar” tuşuna hızlı bir biçimde basmazsalar sorunun cevabının ekranda görüneceği anlatıldı. Testten önce de katılımcıların bazılarına bilimin özgür iradenin var olmadığını ortaya koyduğunu anlatan makaleler okutuldu.

Özgür iradenin olmadığı konusunda makaleler okutulan katılımcıların sorular ekrana geldiğinde “space bar” tuşuna basma noktasında hile yapmaya daha yatkın oldukları gözlemlendi. Benzer çalışmalar ise diğer bazı kötü davranışlara işaret ediyor.

2009 yılında psikolog Roy Baumeister tarafından yürütülen bir çalışmada, insanlara özgür irade sahibi olmadıkları anlatıldığında, insanların diğerlerine karşı daha agresif davranma eğilimi gösterdikleri, diğer kişinin acı soslu yemek sevmediğinin söylenmesine rağmen kişiye acı sos verdikleri görüldü.

Sinirbilimi açısından bir sonraki adım, belki de daha kompleks kararlara dair bir araştırmaya girişmek olmalı. Libet ve Haynes benzeri çalışmaların kritik edilmesi seçimlerin çok ilkel olmasından kaynaklı hafif kalabilir. Dolayısıyla daha kompleks seçimleri derinlemesine ele alan çalışmalara ihtiyacımız var.

Kaynak: Birgun.net