Edward Snowden

“40 yıldır senin gibi birini bekliyordum.” Geçen yıl Daniel Ellsberg ile tanıştığımızda bana söylediği ilk kelimeler bunlardı. Aramızda hemen bir yakınlık oluştu; gizli gerçekleri ortaya çıkararak her şeyini riske atmanın ve geri dönülemez bir şekilde hayatının değişmesinin ne demek olduğunu ikimizde biliyorduk.

Muhbir olmanın zorluklarından biri insanların, aynı senin yaptığın gibi, aynı departmanda, tüm teşkilatta senin gördüğünü görüp, hiçbir direniş göstermeden sessizce itaat edeceğini bilmektir. Bu ikili bir trajedidir: Hatta kalma stratejisi olarak başlayan şey korumaya çalışılan insanlıktan ödün vermeye ve demokrasinin küçülmesi fedakarlıkları meşrulaştırmaya dönüşür.

Ancak Dan Ellsberg’ten farklı olarak diğer vatandaşların belgelerle ilgili sessizliklerini bozmaları için 40 yıl beklemek zorunda kalmadım. Ellsberg Pentagon Belgelerini New York Times ve diğer gazetelere 1971’de vermişti. Ben 2013’te ortaya çıktım. Şimdi 2016 yılındayız ve başka bir vicdanlı ve cesur kişi Jerry Scahill The Assasination Complex (Suikast Kompleksi) isimli kitabında bu sıra dışı belgeleri herkesin erişimine sundu.

Kötü politikaların gölgelere sığındığı, anayasaya aykırı faaliyetlerin vicdanlı kişilerce ortaya çıkarılmadıkça devam edebildiği zamanlardayız. Bu zamanların önemi gazete manşetlerini aşıyor çünkü bu ülkenin insanlarını devletin kritik faaliyetlerinden haberdar olmasına izin veriyor. Sadece tarihi kayıtların bir parçası olarak bir kenarda durmuyor, insanların oy vererek direk olarak müdahil olmasını sağlıyor. Bir başka deyişle, “devlet sırlarının” sözde korumaya niyetlendiği demokrasiyi gerçekte vatandaşları bilinçlendirerek koruyor.

Tek bir oyunbozanlık hareketi tek başına devletin büyük bir kısmının toplumun görüş alanının dışında işlediği gerçeğini değiştiremiyor. Reformlara rağmen bu gizli faaliyetler devam ediyor. Ancak şimdi, toplumun ruhuna aykırı olan bu faaliyetlere karışanlar -tek bir vatandaş bu adaletsizlik çarkını duraksatsa bile- sorumlu tutulacakları korkusuyla yaşamak zorundalar. İyi yönetimin tutunduğu tek dal ise yasalar önündeki eşitlik ve bu çarkı döndüren adamın korkusu da kendini bu yasaların önünde yargılanıyor bulmak. Burada devletimiz kadar eski bir problemi çözmek için anlamlı bir adım atmış durumdayız.
Ne bütün sızıntılar ne de sızdıranlar birbirine benzemez. Örneğin, General David Petraeus yasak aşkına ve biyografi yazarına aralarında gizli görevdeki ajanların isimlerinin ve başkanın stratejik sorunlara dair özel düşüncelerinin de bulunduğu oldukça gizli bilgiler vermişti. Petraeus Adalet Bakanlığı’nın en başta da önerdiği gibi, ağır bir suçtan yargılanmamıştı bunun yerine yaptığı şey kabahat olarak görülmüş ve suçunu kabul etmesine izin verilmişti. Ancak, eğer daha mütevazı bir rütbeye sahip bir asker bu çok gizli defterleri tutup sevgilisine verseydi onu hapiste geçecek bir ömür bekliyor olurdu. Devlet sırlarının sızdırılması ve ifşalar için yetki verildiği durumlar da oluyor. Üst düzey bir yetkilinin korunan bilgileri ifşa ettiği tek bir ay bile geçmiyor. Bu partilerin siyasi çabaları için faydalı olsa da yasalarımızda açıkça “ulusal güvenliğimize zarar vermek” olarak tanımlanıyor. Bu dinamiği El Kaide’nin “konferans bağlantısı” hikayesinde de görebiliriz. Bazı istihbarat yetkilileri muhafazakar bir internet sitesine mekan, katılımcılar ve içerikleriyle beraber teröristler arasında geçen konuşmaları engelledikleri bilgisini sağladılar. Bunu da büyük ihtimalle terör tehdidini şişirmek ve kitlelerin sürekli olarak gözetlenmesine karşı gelecek olan eleştirileri savuşturmak için yaptılar. Eğer yetkililerin iddialarını gerçek kabul edersek, kısa ömürlü bir siyasi çıkar uğruna terörist liderliğin tam olarak ne planladığını ve amaçladığını öğrenebileceğimiz harika bir aracı yakıp kül etmişler demektir.

Kontrollü bilgi akışı
Eğer bilginin ne kadar zarar vereceği ve yetkilendirme hiç bir fark yaratmıyorsa, izinli ve izinsiz ifşa arasındaki farkı nasıl açıklayabiliriz?
Cevabımız kontrol. Bilgi sızıntısı eğer devlet içindeki imtiyaz sahipleri için bir tehdit, bir zorluk oluşturmuyorsa kabul edilebilirdir. Ancak devletin birbirinden farklı bütün unsurları -sadece başı değil elleri, ayakları, bütün bir vücudu- önemli konuları tartışabilmek adına aynı güce sahip olsaydı bu bilgi kontrolünün modern siyasi tekeli için varoluşsal bir tehdit anlamına gelirdi. Üstelik görevin kötüye kullanıldığı çok ciddi durumlardan, sahtekarlıktan ve yasadışı faaliyetlerden bahsediyorsak. Eğer tek başına kontrollü bilginin akışını sömürüsünü güvence altına alamıyorsan, o zaman tüm dünyanın kirli çamaşırlarını (kendininki de dahil) bir araya toplamak kazançtan çok bir yük gibi görünmeye başlıyor.

Gerçekten izinsiz bir şekilde yapılmış olan ifşalar, yani bir kurumun itibarını kabartmak için basının tüketimine sunulmuyorsa, bir direniş hareketidir. Ancak bu, her zaman en altta çalışanlardan böyle bir direnişin çıkacağı anlamına gelmez. Bazen adım atan bireyler gücün en zirvesine yakın kişiler olabiliyor. Ellsberg üst düzey yetkililerden biriydi, savunma bakanına bilgi sağlıyordu. Eğer savunma bakanı değilseniz bundan daha yüksek bir konuma sahip olamazsanız. Ve bu kişi zaten hali hazırda politikayı değiştirmek için gerekli nüfuzu elinde bulundurduğu için böylesi yüksek rütbeli bir yetkili için toplum çıkarına bilgi sızdırmak adına ortada hiç bir teşvik edici neden de bulunmuyor. Ancak görevi kötüye kullanan yetkililer her seviyeden çalışanı, kendilerini çok büyük bir riske sokacak olsa da, eğer bunun gerekli olduğunu düşünüyorlarsa bilgi sızdırmaya itebiliyor. Bu bireylere ulaşmak, sadakatlerinin devlete değil halka olduğunu fark etmelerini sağlamak ise esas zorluğu oluşturuyor. Çünkü bu bir devlet çalışının kültürel düşünüşünde çok büyük bir değişim gerektiriyor.

Oyunbozanların duruma göre seçildiğini söylemiştim. Kim olduğunun ya da nereden geldiğinin bir önemi olmuyor. Önemli olan neye maruz kaldığın, neye tanık olduğun oluyor. Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Dürüst bir şekilde bu sorunu çözebileceğine, politikayı etkileyebileceğine inanıyor musun? Konu görevi kötüye kullanmak olsa bile, eğer bunu en etkili şekilde yapabileceklerine inanmıyorlarsa kişilerin bilgi sızdırmasını önermiyorum. Çünkü doğru zaman en az istek kadar nadir bulunan bir şey olabiliyor.

Bu pragmatik, stratejik bir kaygı. Eğer oyunbozanlar siyasi bir güç olarak etkili olmak istiyorlarsa, bu kadar kıt bilgiyle yaratacakları toplum menfaatini azami seviyeye çıkartmak zorundalar. Kararımı verirken, stratejik bir düşüncenin ahlaki bir zorunluluğa nasıl yenik düştüğünü anladım.Ya yerel bir seçime bir ay kalmasını bekleyecektim, ya da zaten çok fazla ileri gitmiş bir küresel eğilimi durdurmak için bir fırsat sunacaktım. Ne gördüğüme ve haklarımın elimden alınmış olduğu duygusuna odaklanmıştım; bütün hayatım boyunca inandığım devlet böylesi büyük bir aldatmacanın içindeydi.



Değişim en alttan üste doğru yaşanmalı
Bu değişimin kalbinde radikal bir olay olan oyunbozanlık yatıyor ve “radikal” kelimesini “aşırı” anlamında değil, geleneksel anlamı olan “kökten” anlamında kullanıyorum yani bir sorunun kökü olarak. Bir noktada, sayfadaki bir kaç harfi değiştirip en iyisinin olmasını beklemenin anlamsız olduğunu fark edersiniz. Problemi aynı benim yaptığım gibi öylece gidip amirinize bildiremezsiniz çünkü amirlerin asabının bozulması kaçınılmazdır. Problemin kariyerlerinde yaratacağı yapısal riskleri düşünürler. Ortalığı velveleye verip itibar kazanma peşindedirler. Anlamlı reformlar yaratmak için gerekli nedenlere sahip değildirler. Açık bir toplumda değişim öncelikli olarak en alttan başlamalı ve üste doğru yaşanmalıdır.

İstihbarat işinde çalışan biri olarak bu işi yapmak için çoğu şeyden vazgeçmek zorunda kalırsınız. Kendinizi mutlu bir şekilde gaddarca kısıtlamalara adarsınız. Gönüllü bir şekilde yalan makinesine girersiniz; devlete hayatınızla ilgili her şeyi söylersiniz. Haklarınızdan vazgeçersiniz; çünkü görevinizin esas faziletinin kutsalın bile kurban edilmesini meşrulaştırdığına inanırsınız. Haklı bir ülkünüz, amacınız vardır.
Ve devletin anayasayı ihlal ettiğine, ateşli bir şekilde inandığınız ideallerinize saldırdığına dair kanıtlarla yüzleştiğinizde —beklenmedik ya da alışılmamış bir durumda değil, programın ana sonucu olarak karşınıza çıktığında— bir karar vermeniz gerekir. Programın ve idarenin kendinize ve halkınıza ettiğiniz yeminler ve mesuliyetleriniz ile uyuşmadığını gördüğünüzde bu yemin ve mesuliyetler program ile bağdaştırılamaz hale gelir. Hangisine daha bağlısınız? Programa mı halkınıza mı?

Son yıllarda artan bir sıklıkta yaşanan ifşalardaki olağandışı şey ABD’nin “rakipsiz süpergüç” olduğu bir ortamda gerçekleşmiş olması. Dünya tarihindeki en büyük ve rakipsiz askeri güce sahibiz. Bu gücün arkasında ise her türlü gerekçeye karşılık kaba kuvvet kullanmaktan çekinmeyen hatta bunun için oldukça hevesli bir siyasi sistem bulunuyor. Günümüzde bu gerekçe terörizm oluyor, ancak liderlerimiz bu konuda çok endişelendiklerinden ya da toplum için varoluşsal bir tehdit yarattığını düşündüklerinden değil. Her yıl bir 11 Eylül saldırısı yaşasak bile araba kazalarında ya da kalp krizinden daha fazla kişinin öleceğinin farkındalar. Ancak bunlar gibi daha önemli tehlikeleri önlemek yerine askeri alanda harcama yapmayı tercih ediyorlar.
İş siyasi gerçekliğe geldiğinde, kendisini zayıflık iddialarına karşı korumaya çalışan siyasi bir sınıfa sahibiz. Politikacılarımız, terörizmi ciddiye almadıkları suçlamaları yüzünden terörün kendisinden değil de terör politikalarından daha çok korkuyor.

Sonuç olarak ortaya bu eşi benzeri görülmemiş, kontrolsüz güç çıkıyor. Bu yüzden en nihai merciiye bel bağlar hale geldik: mahkemelere. Hakimler kararlarının aslında niyetlendiklerinden çok daha fazla siyasi önem ve etkiye sahip olduğunun farkına vardılar. Bu yüzden 11 Eylül sonrası dönemde yasaları ve ulusal güvenlik idaresinin işleyişinin denetimini yapmamak, devleti on yıllar boyunca kısıtlayacak ve emsal niteliği taşıyacak kararlar vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu da, insanlık tarihinin gördüğü en güçlü kurumun daha da az kontrol edilebileceği anlamına geliyor. Her ne kadar açık açık güçler ayrılığı ilkesi üzerine kurulmuş olsa da, zaten bu kurum hiç bir zaman böyle bir anlayışla işlemesi için yaratılmamıştı. Yani, “Kudretli de olsak, isteyerek sınırlandırıyoruz kendimizi”.
CIA genel merkezinde ilk kez göreve çıktığınız da elinizi kaldırıp anayasaya yemin edersiniz —devlete, teşkilata ya da gizliliğe değil. Bu yüzden sizden yapmanızı istedikleri ile devletin muhafaza etmenizi istediği değerler ve mesuliyetler arasında bir sürtüşme yaşanmaya başlar. Obama yönetiminin katliam programı ile ilgili bilgi sızıntıları Amerikan karakterinin bir parçasının kontrolsüz, denetimsiz bir şekilde güç uygulanmasından derin bir endişe duyduğunu gösterdi. Ve kontrolsüz gücün en büyük tezahürü savaş bölgesi dışında kalan, hiç bir yargılama sürecinden geçmemiş bir bireyi infaz etmektir.
Kontrolsüz güç her şey olabilir, ama Amerikan olamaz

İletişimde kalmak gibi modern bir ihtiyacı kendine dert edinerek devletler, bizleri etiketlenmiş hayvanlara dönüştürmeye çalışabilir; tabi burada esas fark bu etiketler için para ödeyip cebimizde taşıyan bizler olacağız. Kulağa fantastik bir paranoya gibi gelebilir ama teknik olarak uygulamaya geçirmek o kadar kolay ki bunun denenmediği bir gelecek hayal bile edemiyorum. İlk başta sadece savaş bölgeleriyle sınırlı olacak, ancak gözetleme teknolojisinin evlerimize kadar girmek gibi bir eğilimi var.

İşte burada Amerikan tarzı milliyetçiliğimizin iki keskin ucunu görüyoruz. Bizler kaderi yönetmek olan diğerlerinden daha üstün bir ulus olduğumuz düşüncesiyle yetiştirildik. Tehlikeli olan ise bazılarının buna gerçekten inanacak ve devletimizin buna uygun davranmasını bekleyecek olması.

Kontrolsüz güç her şey olabilir, ama Amerikalı olamaz. Bu bağlamda oyunbozancılık giderek siyasi bir direniş hareketi haline geliyor. Oyunbozan tehlikeye dikkat çeker ve Paul Revere ile başlayan bir Amerikan mirasını devralır.

Bu bilgi sızıntılarını yapan kişiler gördüklerinden oldukça etkilenirler ve özgürlükleri ile hayatlarını bu uğurda tehlikeye atarlar. Bizim, insanların, son kertede devletin gücünü kontrol edebilecek en güçlü ve güvenilir mekanizma olduğumuzu bilirler. Devletin en yüksek rütbelerine sahip olanlar inanılmaz kaynaklara, inanılmaz bir etki alanına ve şiddeti kontrol edebilecek güce sahipler ama son hesapta önemli olan tek bir rakam var: Bu ülkenin insanları.

Ve biz onlardan fazlayız.

Kaynak: The Intercept, bit.ly/1Z6EqX8

Çeviri: Anıl Ersoy

Kaynak: Birgun.net