“Bilindiği üzere ‘olağanüstü’ bir dönemden geçiyoruz. Ülkemiz zaten açık hapishaneye çevrilmişti, şimdi tüm ülke yüksek güvenlikli hapishane.”

Bu satırlar, tutuklu Akil Nergüz’e ait.

Aylardır onlarca mahpusun evlerinden, ailelerinden yüzlerce kilometre uzağa sürgün edildiğini anlatıyor mektubunda. Üstelik her sürgün, yani hapishane değişikliği en az iki kez çıplak aramaya maruz kalmak, nakil aracında işkence görmek demek.

OHAL ilan edildiğinden bu yana üç-dört hapishane değiştirenler var, bazılarının ailesi bile nerede olduklarının hesabını tutamıyor, görüşe falan da gidemiyor haliyle. (Zaten sürgün edilen herkesin ailesi de her hafta başka bir kente gidecek maddi imkânlara sahip değil.)

Akil Nergüz de şimdi bulunduğu Kandıra 1 Nolu Hapishane’ye üç hapishane değiştirerek geldi, “Bizimle birlikte ailelerimiz de cezalandırılıyor” diye yazmış.

Nergüz ve koğuş arkadaşları Amasya Hapishanesinde, OHAL’in ilan edildiği Resmi Gazete’de yayınlanır yayınlanmaz, 21 Temmuz sabah 10.00’da saldırıya uğradı.

Mahpusların mektupları, 15 Temmuz Darbe Girişimi, AKP ve OHAL ile ilgili satırların üstü çizilerek gönderiliyor

Hapishanenin 1. ve 2. müdürleri ve 40 kadar gardiyan, sekiz mahpusa saldırdı, Nergüz’ün mektubunda yazdığı üzere: ‘Cop, tekme, tokat, ters kelepçe, yere yatırarak kafamız ve belimiz üzerinde zıplama, yumruk, ısırma, boğaz sıkma…’ Mahpuslardan Murat Çeçen’in kulağını ısırıp kanatmışlar.

Mektubunda gerisini şöyle anlatıyor: “Yarım saatlik saldırı küfür ve tehditlerle bitti, yara bere içindeydik. 1. Müdür, ‘Bunlara ikinci bir emre kadar revir yok’ deyip çıktı koğuştan. Öyle de oldu. 22 Temmuz’da, ertesi gün de sabah 10.00’da ve 15.00’te aynı saldırı ve işkenceleri tekrar yaşadık. Saldırılar sistemli bir işkenceye dönüştü, can güvenliğimiz kalmadı. Bu saldırılardan sonra 12 gün revire çıkarılmadık, revire götürüldüğümüzde darp izleri silinmişti. Bu saldırılarla ilgili Cumhuriyet Savcılığına 22 ve 25 Temmuz’da, 1 Ağustos’ta suç duyurusu yaptık. Suç duyurularının da işleme konmadığını öğrendik. Yaşadıklarımızı gazetelere, Meclis’e, savcılığa, avukatlarımıza, doktorlara yazdık. Mektup ve fakslarımızı göndermemiz de engellendi, dışarıya sesimizi çok geç duyurabildik. Hastaneye de saldırıdan ancak 22 gün sonra götürüldük.”

Son olarak, sürgün edilirlerken de slogan atınca, hapishane müdürü, gardiyanları göstererek ‘Taş gibi delikanlılarımız var’ diye tecavüz tehdidi savurmuş. (Tanıdık geldi mi?)

Bunca işkenceye neden maruz kaldılar peki? Talepleri karşılanmayınca hücrelerinde slogan attıkları için.

Akil Nergüz ‘Taleplerimiz bizim için ekmek, su gibi ihtiyaç’ diye yazmış.

Talepleri ne mi? Kitap. Sadece kitap okumak istedikleri, kitapları verilmeyince de slogan attıkları için iki günde üç kez dövüldüler, sürgün edildiler. Sekiz kişi üç ayrı hapishaneye götürülmüş.

Yani, OHAL ilanı henüz toplumca idrak edilmemişken, hapishane idarelerince ezber edildi, kitap yasağı kondu ve direnenler ilk günden dövüldü. Üzerinden aylar ve çok yasaklar geçti ama belli ki, OHAL’in ilk yasağı kitaplara olmuş.

Mahpus Murat Kaymaz mektubunda durumu çok güzel özetliyor: “Dışarıda internete sansür, içeride kitaba yasak. Nazi Almanyasının propaganda bakanı da ‘Kültür deyince elim silahıma gidiyor’ demişti.”

Bakırköy, Silivri, Şakran, Sincan, Bolu, Kandıra, Amasya, Tekirdağ… Mektupların hepsi aynı şeyi anlatıyor: Çıplak arama, günlerce tek kişilik hücrede bekletme, tecavüz ve ölüm tehditleri, hakaret, küfür, darp, sürgün…

Yasaklar kitapla da kalmıyor, muhalif gazete de yasak, görüşçü de yasak, telefonla konuşmak bile yasak. (BirGün gazetesi de birçok hapishanede yasaklandı, yazdıklarım size ulaşır mı, bilmiyorum.)

Mahpusların mektupları, 15 Temmuz Darbe Girişimi, AKP ve OHAL ile ilgili satırların üstü çizilerek gönderiliyor.

Ama mahpuslar da kitaplarını alana kadar direnmeye devam edeceklerini söylüyorlar.

Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesindeki Hasan Şahingöz’ün ‘Ümüş Sustu Konuşmaz Diyorlar’ adlı kitabındaki ‘Gün Gelir’ başlıklı şiirinden: “Yeni bir umut yetişir / İnsan insana erişir / Devran değişir.”

Kaynak: Birgun.net