OHAL’in ne hal olduğuna dair son örneği gördüğümüz gün, ne kadar süreceğine dair de bir işaret aldık. Araya 15 Temmuz girince yaşanan zorunlu ayrılıktan sonra Saray’da tekrar muhtarlarla buluşan Erdoğan, onların onayını alarak, OHAL’in 3 ay daha uzamasının lafının bile olmayacağını, belki 12 ayın bile yetmeyeceğini söyledi.

Lozan’ı da anlattı! Lozan; Sevr’de ölüm gösterildikten sonra razı edildiğimiz sıtma imiş!

Anlaşılan o ki, bir süre bunu tartışacağız. Erdoğan’ın tarih bilgisi, seslenince sesimizin duyulacağı – ama orada yaşayanların anlayabilmesi için Rumca seslenmemiz gereken – adaları hangi anlaşmalarla kaybettiğimiz, Lozan’la neler kazanmış olduğumuz konunun uzmanlarınca anlatılacak.

Ben oraya girmeyeceğim. Dün Adalet Bakanı konuşurken takıldığım bir nokta oldu; ucundan ona değineceğim.

FETÖ canavarını ve o canavara kananları anlatırken çok doğru bir şey söyledi Bakan: “14 Ağustos’ta yeni bir teşebbüs olacak dediler, oldu mu? Daha neler söylediler... Fetullah Gülen yalancıların şahıdır, müfterilerin şahıdır. Onunla birlikte hareket edenler de öyle. Öyle bir yapı var ki 15 yalan söyleseler, 15’ine de inanmaya hazır bir yapı var. Askerler çözülmesin, gerçeği söylemesin diye söylüyorlar.”

Bu bahiste, bir iletişimci olarak da beni ilgilendiren “Olacak dediler, oldu mu? … 15 yalan söyleseler 15’ine de inanmaya hazır bir yapı var” kısmı. Dün söylediğinin tam tersini bugün söyleyip alkış almak… Herhalde herhangi bir siyasi hareket ya da parti için her söylediğine inanan bir kitlenin varlığı bulunmaz nimettir.

Haydi ben “Yalan” demeden, “Olacak dediler, oldu mu?” formülü üzerinden gideyim. Erdoğan 2 ay önce Lozan için, “Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir” dedi, şimdi Lozan’ı sıtmaya eşitledi. İlki “resmi” görüşüydü galiba, ikincisi samimi görüşü… İkisine de inandı AKP’liler!

Adalet Bakanı’ndan bir parça adalet adına, “Olacak dediler, oldu mu?” ölçüsünü kendisine uygulamasını istesek.

Fazla geriye gitmeden, 2 ay önce, OHAL ilan edilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresinin TBMM’deki görüşmeleri sırasında hükümet adına konuşan Bozdağ’ı gözümün önüne getiriyorum. Aynen dün FETÖ’ye yalancılar ve yalana inananlar topluluğu diye yüklenirkenki gibi heyecanla haykırıyordu:

“Üç ay koyduk süreyi. Ama bu üç ayı tamamlamak zorunda değiliz. Amacımız, üç aydan daha kısa süre içerisinde atacağımız adımları atmak, yapacaklarımızı yapmak ve süre dolmadan da olağanüstü hali yeniden kaldırmaktır.”

Pek çok AKP’li söyledi benzer şeyleri. Olacak dediler, oldu mu?

3 ay dolmadan OHAL’i kaldırma noktasından, geldik “12 ay bile yetmez”e.

O 12 aylık OHAL’de ne hallerle karşılaşacağımız belli. Daha geçen gün, 12 televizyon ve 11 radyo susturuldu. Hiçbirinin de FETÖ ile ilgisi yok. Hayat TV, IMC TV gibi muhalif ekranlar, çocuklara Kürtçe çizgi film izleten kanallar ve YÖN Radyo gibi türküseverlerin tutkun olduğu bir ses, Başbakanlık emri ile OHAL “sayesinde” bir çırpıda susturuldu.

OHAL memleketi ancak darbe olsaydı karşılaşacağımız hallere sokmaya başladı. Bir gecede ekranların karartılması gazeteciliğe vurulan ilk darbe de değil. OHAL ilanından bu yana 200 kadar gazeteci hakkında gözaltı kararı çıkartıldı. 100’den fazla gazeteci tutuklandı. Onlarca medya kuruluşu kapatıldı ve bu kapatmalar sonucu 2 bin 308 gazeteci işsiz kaldı. 115 gazetecinin sürekli, 660 gazetecinin de sarı basın kartı iptal edildi. FETÖ ile mücadele deseniz, hedeftekiler arasında bütün ömrü FETÖ ile mücadeleyle geçenler var!

Dünya darbeler tarihi; televizyonlar kapatılarak, gazeteciler gözaltına alınarak, tutuklanarak, hedef gösterilerek, muhalif sesler susturularak darbelere karşı mücadele edilemediğini öğretir. Tersine, başarılı olmuş olsaydı, bir darbenin yapacakları da bunlardı.

OHAL, bu hal işte! 15 yalan söylense 15’ine de inanılan yapılarda kolayca ortaya çıkıyor. Her söylenene inanmayıp, “Olacak dediler, oldu mu?” diye sorabilen toplumlarda ne OHAL’e düşüyor insanlar ne de bu hale!

Kaynak: Birgun.net