Yrd.Doç.Dr.Behlül Özkan- Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
ozkanbehlü[email protected]

Birkaç yıl önce ABD’de en üst düzeyde ağırlanan Erdoğan’ın son ziyareti çok farklı bir tabloyu ortaya koydu. Daha önce Erdoğan için birbiriyle yarışan Amerikan düşünce kuruluşları, artık otoriter bir liderin kendilerini kullanarak propaganda yapmasına karşı çıkıyor. Bunun farkına varılmış olacak ki Washington’da hala etkisi olan iş adamları devre sokuldu ve Brookings’te rica minnet bir konuşma ayarlandı. Ancak Erdoğan’ın korumaları bunun muhtarlara yapılandan farklı bir ortamda olduğunun ayırdına varmamış olacak ki kapıda gazetecileri tartaklayıp dövdüler.

ABD’yi şaşkına çeviren dayak görüntüleri medyaya yansırken, Washington caddelerinde üzerlerinde “Erdoğan’ı seviyoruz” yazılı kamyonetler turlamaya başlamıştı. Tüm bu görüntüler Erdoğan’ın konuşmalarında verdiği “yalnız kaldığımızı hissetsek de ABD’nin bizi anladığını ve yanımızda olduğunu düşünmek istiyoruz” mesajıyla daha da anlamlı hale geliyor. Kısaca Erdoğan ABD’ye şunu söylüyor: Yangın yerine dönmüş Ortadoğu’da bana mecbursun. Türkiye’de basın özgürlüğünü ve demokrasiyi boş ver, gel el sıkışıp anlaşalım.

Abd-Türkiye ilişkilerinin çerçevesi
Türkiye’nin ABD ile kuruduğu yakın ilişkilerin kökenleri İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna dayanıyor ve bunu belirleyen iki temel kriter var: 1) Türkiye serbest seçimlerin yapıldığı çok partili bir demokrasi olacak. 2) Türkiye’nin dış politikasının amaçları ve sınırları, üyesi olduğu güvenlik teşkilatı NATO’nun da katılımı ve onayıyla belirlenecek. 1950 sonrasında iktidara gelen sağ partilerin tamamı bu iki kriteri gönülden benimserken, her askeri darbe sonrasında yapılan ilk açıklamada bunlara bağlı kalınacağının altı çizildi.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonrasında Türkiye-ABD ilişkilerini bu perspektiften değerlendirmek gerekir. Washington 2000’li yıllar boyunca AKP iktidarına ciddi destek vererek, serbest piyasa ekonomisiyle uyumlu çalışan Türkiye modeli “ılımlı” İslamcılığın Ortadoğu’ya örnek olabileceğine inandı. Bu bağlamda ılımlı İslamcı iktidara ayak bağı olarak görülen yargı ve ordu içindeki bazı grupların tasfiye edilmesini onayladı. Bugün Erdoğan’ı en sert eleştirenler, 2000’lerde Erdoğan’ı “Türkiye’nin reformcusu” olarak tanımlıyordu. Arap İsyanlarıyla birlikte Türkiye modelinin Tunus’tan Suriye’ye kadar uzanan kuşakta yaşanacak demokratik dönüşümde belirleyici rol oynayacağının hayaliyle AKP’ye verilen destek devam etti. Ta ki 2013 yılına kadar.

Model değil lider olmak isteyince
ABD ile uzun yıllar uyum içinde yürütülen ilişkiler, AKP’nin Arap İsyanlarıyla birlikte kendisini model değil, Ortadoğu’da lider olarak görmesiyle sallantıya girmeye başladı. Önce Mısır ve Libya’da, ama özellikle de Suriye’de Ankara’nın köktendinci radikal örgütlerle kurduğu yakın ilişkiler ABD’nin tepkisini çekti. ABD Başkan Yardımcısı Biden ve Büyükelçisi Ricciardone Türkiye ile El Kaide’nin Suriye kolu Nusra arasındaki ilişkileri kamuoyu önünde açıkça eleştirirdi. Diğer yandan Wall Street Journal gazetesi Türkiye’nin Suriye’de radikal gruplara yaptığı silah sevkiyatını MİT başkanı Hakan Fidan’ın yürüttüğünü iddia eden geniş bir habere imza attı. Haberde “MİT silah indirmeleri organize eden ve Türkiye’nin Suriye ile arasındaki 565 millik sınırda bulunan kontrol noktalarından konvoyların geçişine izin veren bir trafik polisi” olarak tanımlanıyordu. AKP iktidarına yönelik bu haberin Ekim 2013’te yayınlandığını, bundan hemen iki ay sonra başlayan 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarına Erdoğan’ın gösterdiği ilk tepkinin isim vermeden ABD Büyükelçisini eleştirmek olduğunu belirtelim. Suriye’ye silah sevkiyatı yaptığı iddia edilen MİT TIR’ları haberini Cumhuriyet gazetesinde yayınlayan Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, Biden’ın Türkiye’yi ziyareti sırasında Dündar’ın ailesiyle görüşerek destek vermesi; hem Erdoğan hem de Obama yönetiminin karşı saflarda olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.

Akp çözümün değil, sorunun parçası
ABD 2000’li yıllarda AKP’yi Ortadoğu’nun sorunlarına yönelik çözümün parçası olarak görüyordu. Bugün gelinen noktadaysa AKP; Türkiye’yi otoriterleştiren, Suriye’de köktendinci silahlı örgütlerle karanlık ilişkiler kuran, yüzbinlerce mültecinin Avrupa’ya göçünü kendi çıkarları için kullanan, İran’a yönelik ambargolara rağmen milyarlarca dolarlık sermaye akışının Türkiye üzerinden yapılmasına izin veren bir müttefik. Kısaca ABD’nin gözünde Erdoğan çözümün değil, sorunların merkezinde yer alan otoriter bir iktidarın lideri. En son Obama Türkiye bağlamında “hukukun üstünlüğü ve demokrasiye” verdiği önemin altını çizdi. Uzun yıllardır görülmedik şekilde basının önünde bir ABD başkanı “Türkiye’de rahatsız olduğu eğilimler olduğunu” ve “Erdoğan’ın “basına karşı benimsediği yaklaşımın, Türkiye’yi çok rahatsız edici bir yola sürükleyebileceğini” söyledi. Erdoğan’a ABD tarafından verilen mesaj yerine ulaşmış olacak ki, Erdoğan’ın “bedelini ödeyecekler” dediği Can Dündar ve Erdem Gül’ün bizzat savcının isteğiyle tutuksuz yargılanmasına karar verildi.

Obama’nın açıklamasında bir diğer dikkat çekici yan “Türkiye’nin bir NATO müttefiki” ve “geçmişi eskiye dayanan ve stratejik ilişkimiz olan bir ülke” olduğuna yapılan vurgu. ABD yönetimi Türkiye ile kurduğu ilişkileri Erdoğan’dan bağımsız olarak, NATO sistemi ve tarihsel bağlamıyla değerlendirmeyi tercih ediyor. NATO vurgusu önemli, çünkü tam da geçtiğimiz hafta TSK’dan yapılan yazılı açıklamada altı çizilen noktalar dikkat çekiciydi: “hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve demokratik toplum olmanın gerekleri prensiplerine bağlılığı temel esas alarak” ve “demokrasiye bağlılığını her ortamda dile getiren Türk Silahlı Kuvvetleri.”

İnandırıcılık sorunu mu?
AKP’nin giderek otoriterleşmesi hem içerde hem de dışarda ciddi eleştiriler alıyor. Bu eleştirilere yönelik olarak Erdoğan’ın kendisini “ben gidersem devlet yıkılır” diyerek savunması, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu’nun “72 düvelle savaşıyoruz” açıklamaları ne kadar inandırıcı? Erdoğan geçmişte beraber yürüdüğü dostlarını sonrasında düşman ilan eden bir siyasetçi. Erdoğan’ın “savcısıyım” dediği davanın savcıları, bugün “milli orduya kumpas” kurdukları gerekçisiyle yargılanı yor. Erdoğan ABD’ye gitmeden hemen önce Harp Akademilerini ziyaret ederek hem “başkomutan” olduğunu vurguladı, hem de “buradaki her bir subayımızın benim için öz kardeşimden, öz evladımdan, yakın çalışma ekibimden en küçük bir farkı yoktur” dedi. Birkaç yıl önce Osmanlı’da “Lazistan, Kürdistan” eyaletleri olduğundan örnek verip “güçlü bir Türkiye asla eyalet sisteminden korkmamalıdır” diyen de Erdoğan, bugün Kürt sorununda her türlü eleştirel görüşü mahkûm eden de Erdoğan.
Belli ki Erdoğan inandırıcılık konusunda dış politikada ve ABD ile ilişkilerde de sorun yaşadığına inanıyor ki son dönemde sürekli Obama yönetimine “dostun biz miyiz” şeklinde sorular yöneltiyor. Ancak Obama’nın “fiyasko” ve “otoriter” olarak tanımladığı Erdoğan’ı dostu olarak görmediği ilişkilerin geldiği yer açısından aşikâr olsa da, dostlukların değil çıkarların belirleyici olduğu uluslararası ilişkilerde bunun pek ehemmiyeti yok. ABD yönetimi Erdoğan’ın alternatifi çıkmadığı sürece ilişkileri çıkarları çerçevesinde sürdürerek, al-ver (transsactional) ilkesi üzerinden yürütmeye devam edecektir. Bu arada da Erdoğan’ı demokrasi ve basın özgürlüğü konusunda köşeye sıkıştırarak, kendi pazarlık gücünü yükseltmekten ve Türkiye’den her istediğini almaktan kaçınmayacaktır. Kamyonetlere “Erdoğan’ı seviyoruz” yazıp, Washington caddelerinde dolaştırmakla içinden çıkılamayacak bir sıkışma bu.

‘Rahatsızlığım sır değil’
Türkiye’deki basın özgürlüğü problemine dair eleştirilerini sözcüleri aracılığıyla ileten Obama bu kez doğrudan konuştu. “Rahatsızlığım sır değil” diyerek, bunları Erdoğan’a da söylediğini belirtti

Türkiye’de rahatsız olduğu eğilimlerin bir sır olmadığını söyleyen ABD Başkanı Barack Obama, bunları Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da söylediğini belirterek basına karşı benimsenen tavrı eleştirdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD ziyareti boyunca Türkiye’deki basın özgürlüğü problemine dair muhatap olduğu soruları “Basın hürriyeti kapsamında hükümlü ve tutuklu hiçbir gazeteci yoktur, suçlamalar ‘terör’, ‘casusuluk’” gibi yanıtlarla geçiştirmeye çalıştı. Erdoğan bu ‘açıklamaları’ yaparken korumaları ise Brookings Enstitüsü önünde gazetecileri tartakladı. Olay Batı basınında geniş yer bulurken Amerikan yönetimi de rahatsızlığını dile getiren bir açıklama yaptı.

Brookings etkisi
Washington’da gerçekleştirilen Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin kapanışında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ABD Başkanı Obama’ya Brookings’teki olayı hatırlayan AFP muhabiri, “Brookings Enstitüsü’nde yaşanan epey çirkin sahnelerden saatler sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’la buluştunuz. Merak ettiğim, kendisini (Erdoğan’ı) bir otoriter olarak görüyor musunuz?” sorusunu yöneltti. Obama, ‘otoriterlik’ konusuna doğrudan değinmese de Erdoğan’ın demokrasi vaadiyle iktidara geldiğini vurguladı ve eleştirilerini dile getirdi. Obama’nın yanıtı özetle şöyle:

‘Rahatsız edici yol’
“Türkiye bir NATO müttefiki. IŞİD’e karşı savaşımızda aşırı derece önemli bir ortak. Geçmişi eskiye dayanan ve stratejik ilişkimiz olan bir ülke. Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlığa geldiğimden beri ilişkide olduğum biri, birçok konuda verimli bir ortaklık var.
Aynı zamanda şu da doğru, ki bunu doğrudan ona (Erdoğan’a) da dile getirdim. Türkiye’de benim rahatsız olduğum bazı eğilimlerin olduğu sır değil. Ben basın özgürlüğüne güçlü biçimde inanan biriyim. Dini özgürlüklere güçlü biçimde inanan biriyim. Hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye güçlü biçimde inanan biriyim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokratik bir süreçle üst üste seçildiğine şüphe yok. Ama basına karşı benimsedikleri yaklaşımın, Türkiye’yi çok rahatsız edici bir yola sürükleyebileceğine inanıyorum. Ve onlara tavsiyede bulunmaya devam edeceğiz. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söyledim.

Demokrasi ‘hatırlatması’
Ona, göreve demokrasi vaadiyle geldiğini ve Türkiye’nin tarihsel olarak modernlik ve açıklıkla yan yana yer alan derin bir İslam inancının yaşandığı bir ülke olduğunu hatırlattım. Ve (Erdoğan’ın) bilgiyi baskılama ve demokratik tartışmayı engellemenin de dâhil olduğu bir strateji yerine izlemesi gereken miras bu.

İşbirliği vurgusu
Bunu söylerken, (Türklerin) işbirliklerinin birçok uluslararası ve bölgesel konuda önemli olduğunu da vurgulamak isterim. Öyle olmaya da devam edecek. Birçok dost ve ortağımız için geçerli olduğu gibi onlarla çalışır, işbirliği yaparız, çabalarına minnettar oluruz ve bazı farklılıklar olur. Ve farklılıklar neredeyse söyleriz. Burada da bunu yapmaya çalıştım.”

Kaynak: Birgun.net