Nefesini Tut - Don’t Breathe filminin fragmanı konusuyla ilgili pek çok şeyi önceden söylüyor. Üç genç, kör bir adamın evine girip onu soymak istiyorlar fakat her şey ters tepiyor; daha da özetle bir evde avcı tarafından kapana kısılmış üç av. Fakat film öyle bir işliyor ve işledikçe öyle bir ışıldıyor ki sizi adeta kendisine kilitliyor. Korkunun sindiği büyük bir sessizlik bulaşıcı bir hastalık gibi sinema salonuna sirayet ediyor. Tamamen terk edilmiş bir mahallede Rottweiler cinsi köpeğiyle yaşayan kör bir savaş gazisi ve ölü bir şehre dönüşmüş Detroit’ten ayrılma hayali içerisinde olan umutsuz gençlerden oluşan iki tasviri birleştiren film hem sinematografik hem de sembolik olarak, son zamanlarda sıklıkla kullanılan Detroit şehrinden de faydalanıyor.


Açıkhava film seti

Amerikan rüyasının sosyoekonomik anlamda kaybolduğunun kanıtı olan Detroit özellikle son dönem filmlerinde adeta bir tema olarak kullanılıyor. Jim Jarmusch’un Only Lovers Left Alive filmdeki şahane sahnelerden birinde Eve ve Adam’ın antika bir Jaguar ile terkedilmiş Detroit sokaklarında gezdikleri sahneyi hatırlayın veya Ryan Gosling’in ilk sinema filmi olan Lost River filminde Amerika’nın kendi iç dinamiklerinin çöküş içinde olduğunu gösteren Detroit’ten nasıl faydalandığını hatırlayın. Veya bu filmle türdeş olan ve oldukça ses getiren It Follows filminde Detroit sokaklarının korku unsuruna nasıl pas attığını hatırlayın. Detroit’i gezmiş birisi olarak şehrin bu filmlerde gözüktüğü kadar ürkütücü olduğunu söyleyebilirim. Kilometrelerce ilerleyen yollarda yüzlerce terk edilmiş, yanmış evler ve aralarda tek tük derme çatma halde mahallesinde tutunmaya çalışan bazı aileler gerçekten de kâbus atmosferini hissettiriyor. Filmlerin, bireylerin ve toplumun yaşadığı çürümeye paralel olarak adeta post apokaliptik açık hava film seti gibi duran, Detroit’te geçmesi oldukça anlamlı ve sembolik.

Yönetmeni not edin

Kameranın ne zaman ne göstereceği, bunu hangi açıdan ve ne kadar süreyle göstereceği, hikaye anlatımında, atmosfer yaratımında çok önemlidir. Yönetmen kumaşı denilen soyut tasvirin anlamı aslında her şeyden önce buna denk gelir. Uruguaylı yönetmen Fede Alvarez’in kamerası Amerikan Koloni mimarisi özellikleri taşıyan büyük evde son derece sakin ve sabırlı ilerleyerek uzun koridorlarda süzülüyor, karanlık köşelere geldiğinde daha da yavaşlayarak seyirciye rahat nefes aldırtmamaya veya hemen rahatlatmamaya özen gösteriyor. Kamera hareketleri ve kullanımı izleyiciye üç boyutlu oyun içerisindeymiş hissi veriyor. Sahne perspektifleri, kamera açıları o kadar milimetrik anlarda değişiyor ki sahnenin heyecanı son salisesine kadar diri tutuluyor. Özellikle ışıkların kapandığı mahzen sahnesindeki sanatsal ve teknik alan kullanımı ile Alvarez’in sahnelerdeki sürpriz vuruşlarını rahatlıkla görebiliyoruz. İşte profesyonellik ve yönetmenlik bu diyoruz; yüzlerce ayrıntılı minik hamlenin son bütünde farklılık yaratması yönetmenin ismini hatırlanır kılıyor.

En iyilere aday

Nefesini Tut ilk etapta konusu itibariyle saçma şeylerin olduğu, insanların amansızca kaçıştığı, gereksiz yan hikâyelerin olduğu saçma bir avlanma filmi gibi gelebilir. Fakat Fede Alvarez ve Rodo Sayagues tarafından yazılan senaryodaki gerilim, yaratıcı bir şekilde yükseltilmiş. Kaçma, saklanma ve kovalamacanın seyirciye verdiği stres filmin son sahnesine kadar bitmiyor. Kör adamın koridorda ilerlerken hemen yanında nefeslerini tutarak dikilen gençleri fark etmeden onları teğet geçtiği enfes bir sahne var. İşte bu sahne kesinlikle unutulmazlar arasına girecektir. Nefesini Tut, tüm zamanların en iyi gerilim filmleri listesine girmeye aday bir film. Ben izlerken aklımı oynatacaktım. Kesinlikle bu filmi kaçırmayın derim.

Kaynak: Birgun.net