ONUR BÜTÜN

Fotoğraf: Müjde Çarpraz

“Yürüyen Merdiven” bu yıl çıkardığı "Çınar, Güneş ve Bir Deli" adlı albümü ile müzik dünyamıza konuk oldu... Grup 2014'ten beri bir davul-piyano ikilisi olarak çalışıyor. 10 yılı aşkın süredir dostlukları, kolektif müzikal üretimleri devam eden Yiğit Özatalay ve Mustafa Kemal Emirel’le söyleştik. Sohbetimiz boyunca vakur duruşlarının yanı sıra muzip gülüşmeleri, ürettikleri müzik üzerine konuşmamızı kolaylaştırdı.

» “Yürüyen Merdiven” bir grup ismi olarak mekanizmi, tembelliği, büyük alış veriş merkezlerinin kaotikliğini anımsatırken siz bu isme atfettiğiniz özel bir anlam olduğunu söylüyorsunuz … Buradan başlayalım mı sohbetimize?
Yiğit Özatalay (piyano): Bizim bu nitelemeden anladığımız mekanik bir yürüyen merdiven değil. Can Yücel'ce söylersek, başka türlü bir "yürüyen merdiven" bizim istediğimiz... İki bacaklı bir organizma. Albümün kapağında da görülebileceği gibi, bu organizmanın ayakta durabilmesi ve yürüyebilmesi, bizim dengeli ve müzikal birlikteliğimizle mümkün. Her bacak aslında ayrı bir bedeni temsil etmekle birlikte diğer bedene bağlı ve empatik; müzikal iletişimimizde de olmasını istediğimiz gibi. Örneğin davulun melodik kişiliğiyle piyanoya, piyanonun perküsif kişiliğiyle davula yaklaştığı bir denge söz konusu. Bu denge sadece ayakta kalma çabası değil, özen ve birbirini anlama/dinleme açıklığı olarak da düşünülebilir.

» Müzik gruplarını dinlerken genellikle bas ya da bas işlevi görecek enstrüman kullanımına ihtiyaç duyar kulaklarımız… Bu durumu bir “yokluk” olarak tanımlıyor musunuz?
Mustafa Kemal Emirel (davul): Yokluk tanımlaması bizim için geçerli değil; bu bir çeşitlilik, bir artı bizim açımızdan. Bassız sayılmayız, piyanonun alt oktavları fazlasıyla bas işlevi görüyor. Bas frekansların hiç olmadığı bir müzik yapmıyoruz. Sadece, ikili olarak iletişimimizden çok memnunuz ve bu “bassızlık” durumunu böyle görebiliriz. Müzik, temelde iletişimden ibaret bir olgu. Benim açımdan müzikal bir sonuç çıkması için bu bile yeterli. Piyano ve davul enstrümanlarının her ikisi de zaten en tizden en basa tüm frekans paletini fazlasıyla ve çok yönlü kullanan iki sihirbaz gibiler. Bu enstrüman ikilisi birlikte yürüdüklerinde zaten hayli zengin bir müzikal etki yaratabiliyorlar.

»Albümde yer alan parçaların sözleri arasında Nâzım Hikmet’in şiirleri ve Yiğit Özatalay’ın yazdığı dizeler bulunuyor. ‘Kırmızı Paltolu Kız’, ‘Bir Delinin Hata Defteri’ ve ‘Direndikçe’ parçalarını örneklemek gerekirse, nasıl bir söz yazım/seçim sürecinden geçiyorsunuz?
Y.Ö.: Eğer bir yapıttan özgünlük ve yaratıcılık bekliyorsak, üretim süreci de bu nitelikleri taşımalı. Üç şarkı da ilk sözlü müzik denemelerim. Yaşadığım olaylar veya durumlar etrafında gelişti; ilk ikisi ikili ilişkiler, üçüncüsü ise Haziran Direnişi'ne dair... Genelde, nerede noktalanacağını bilmeden düşünmeye başlıyorum sözleri. Uzun bir süre, yazmadan kafamda dönüyorlar. Yavaş yavaş müzik ve sözün birbirini biçimlendirmesini hedefliyorum..

» Piyano ile davulun sakin, sade öyküsü tiyatral müziğin içindeki yerinizi çok iyi betimliyor.
Y.Ö.: Dostlar Tiyatrosu ile çalışmaya başladıktan sonra müziklerimdeki teatral etki kendini ister istemez belli etmeye başladı. Müzik diğer sanatlarla (şiir, tiyatro, dans vb.) bağlantı kurduğu zaman bir işlevsellik kazanıyor ve hayatla daha da bütünleşiyor. Hatta ne kadar müzik-dışı hayatla bütünleştirebilirsek o kadar başarılıyız.

» Albümün üretilmesi sürecinde birlikte çalıştığınız arkadaşlarınızın katkısı üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Kaynak: Birgun.net