“Bir gece ansızın indirebilirim” mesajı veren Moody’s, 23 Eylül’de Türkiye’nin kredi notunu Baa3’ten Ba1’e çekti. Değerlendirme kararlarının genellikle geç saatlerde açıklanmasının nedeni, borsanın kapanmasını beklemek, piyasalara hafta sonu boyunca yeni durumu hazmetmek için zaman tanımak.



Not indirimi bir ülke için neden sakıncalı? Çünkü bazı emekli, sigorta, hatta yatırım fonları statüleri gereği, ancak “yatırım yapılabilir” kategorisindeki ülkelerin finansal varlıklarını alıyor. Dolayısıyla bu kurumsal yatırımcılar en kısa sürede Türkiye kağıtlarını portföylerinden çıkarmak zorundalar. Bu hamle haliyle döviz kurunun yükselmesine, borsanın inişe geçmesine ve faizlerin fırlamasına yol açabilir. Ayrıca yurtdışından borç bulmak zorlaşır, sağlanan finansmanın da maliyeti yükselir.
Not indirimine nasıl yaklaşılmalı?

Malum not indirimi karşısında ne “Moody’s geç bile kaldı!” yorumuyla göbek atan Hasan Cemal gibi “uzmanların”, ne de “Moody’s ayıp etti!” yakınmasıyla karalar bağlayan Deniz Gökçe türü “yandaşların” safında yer almak anlamlı görünüyor.
Öncelikle, bu derecelendirme kuruluşlarının misyonunun bir ülkeye yatırım yapan uluslararası sermaye kuruluşlarının portföyündeki devlet ve özel sektör tahvillerinin, mevduat sertifikalarının, hisse senetlerinin velhasıl tüm yatırım araçlarının güvenliğini düşündüğü, bir anlamda küresel sermayenin gardiyanı olduğunu hatırlamakta yarar var. Ratingçilerin derdi AKP sözcüleri “artık yatırım yapılabilir ülke payesine eriştik “ diye böbürlenirken de “sermayenin selametiydi ülkenin refahı” değil. Bu nedenle sol bir iktisatçı açısından çok isabetli sayılabilecek hamleler, örneğin bankaların kamulaştırılması veya sermaye kontrolleri getirilmesi de bir not düşüşü getirebilir; muhalefet edeceği ülkenin savaşa sokulması kararı da. Öte yandan herkesi mutlu edecek bir haber, diyelim ciddi döviz kazancı sağlayacak bir doğal gaz yatağının bulunması veya kamucu bir iktisatçıyı mutlu etmeyecek biçimde “sıkı bütçe” gerekçesiyle tarım üreticisine yönelik desteklerin kaldırılması da notu bir kademe yukarı taşıyabilir.








Türkiye’nin asıl sorunu dış borçlar
Gelelim Moody’s’in Türkiye’ye yönelik eleştirilerine. Birinci itiraz, kurumsal yapıların zayıflamasına ilişkin. 15 Temmuz aslında devletin yapısının ne kadar kof olduğunu açık seçik gösterdi. Sonrasında yürütülen “temizlik” hareketi “devletin küçülmesi” etiketiyle pazarlansa da, bürokrasiyi iyice işlemez hale getirdi. Fazla uzağa gitmeye gerek yok; RTE Moody’s’in kararına feveran ederken, “Merkez Bankası FETÖ’cülerden temizlenmeli” talimatı da veriyordu. Kendi ifadenizle terör örgütü diye nitelendirilen bir çetenin mensupları gerçekten ekonominin en kilit kurumunda yuvalanmışsa, kurumsal yapınızın zayıflığına yönelik değerlendirmeye söyleyecek sözünüz olmaz.



Moody’s’teki ikinci kaygı konusu ise, ülkenin dış finansman ihtiyaçlarına ilişkin risklerdeki artışla ilgili. Ekonomik büyümenin hız kesmesi, petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte, Temmuz 2016 itibariyle cari açık 28.9 milyara geriledi. IMF’nin Mart 2016 Türkiye raporundaki projeksiyonlarına göre, 2016’da Türkiye’nin cari açık finansmanı dışında, 174 milyar dolar taze para bulması gerekiyordu. 2017’de ise 165 milyar dolar gerekecek. 2016 başında sıkılaşan küresel likidite koşulları, ABD’nin hızlı bir faiz artırım süreci izlemeyeceğinin anlaşılmasıyla gevşedi. Ama dış borcu 412 milyar dolara, GSMH’nin %58’ine dayanmış, her yıl kaba taslak GSMH’sinin %25’i (tam rakam %23.6) dolaylarında borç yenilemesi yapması gereken bir ülke her an okkanın altına gidebilir. Üstelik 2002’de Wall Street’te “road show” lara katılıp, uluslararası finans alemine göz kırpan RTE, son BM konuşması dahil yerli yersiz yeldeğirmenlerine saldırıyorsa bu olasılık daha da artar.

Temmuz sonu rakamlarıyla yurtdışı yerleşiklerin Türkiye’de 109 milyar dolarlık portföyü bulunuyor. Bu düzey, 2012 sonundaki 158 milyar doların hayli gerisinde. Zaman içerisinde TL’nin değer kaybı ve piyasalardaki çalkantı nedeniyle döviz cinsinden yabancı portföyü geriledi, riskler de göreceli azaldı. Örneğin borsada yabancıların payı %60 civarında, bu da 40 milyar dolara denk geliyor. Borsa endeksinin muhtemel düşüşü ve doların fırlaması bu riski daha da aşağı çeker. Bu nedenlerle ilk emareler bu cephede belirse de, Türkiye’nin yabancı portföyleri kaynaklı bir krize sürüklenmesi olasılığı çok yüksek değil. Asıl kırılganlık, yurtdışı banka kredilerinden, özellikle finansal olmayan şirketlerin dış borçlarından kaynaklanıyor. En son temmuz rakamlarıyla özel sektörün finansal olmayan şirketlerinin uzun vadeli dış borçları 99.4 milyar dolarla 100 milyar dolar sınırına dayanmıştı. Vadenin uzunluğu göreceli bir rahatlama sağlasa da, fırtınanın buradan kopacağı öngörülebilir.

Büyümenin yavaşladığına ilişkin tüm belirtileri de hesaba katarsak, Türkiye ekonomisini çalkantılı bir sonbaharın beklediğini söylemek için kâhin olmak gerekmiyor.

Kaynak: Birgun.net