Eskiden şimdiki kadar çok spor malzemesi bulunmazdı. Örneğin bir futbol topu olan, yaşadığı mahallenin “kralı” olurdu. Akranları top sahibinin evden çıkmasını dört gözle beklerlerdi. O topuyla ortaya çıktığında mahallenin de neşesi yerine gelirdi.

Hemen bir çift kale maçı başlardı. Top sahibi olan çocuk iyi futbol oynasa da oynamasa da ona pas vermek mecburiyeti vardı. Bir de onun oynadığı takımın galip gelmesi gerekiyordu. Eğer top sahibi çocuğun takımı yenilmeye doğru gidiyorsa, o durur topu eline alır ve evine doğru giderdi.

Onun gönlü olsun da mahalledeki çocuklar biraz daha futbol oynasınlar diye aralarında şike yapıp, gol kaçırırlar, ya da onun ayağından gol yerlerdi!

Top sahiplerinin ortak özellikleri her zaman mızıkçı olmalarıydı.

Şimdi spor malzemeleri çoğaldı, ulaşılabilir fiyatlarla satın alınabiliyor. Ufaklıklar böylesi mızıkçıların kahırlarını çekmiyorlar!

• • •

Fakat memleketin genetik yapısına sinmiş mızıkçılık ruhu bir türlü hayatımızdan çekilip atılamadı.

Eline gücü geçirmiş olanlar top sahibi çocukların ruh hali içinde davranmaktan vazgeçmiyorlar.

İçinde bulunduğumuz dönem yukarıdaki örnekle bire bir örtüşüyor.

Anayasa Mahkemesi kendisine yapılan bir başvuruyu değerlendirdi. Sonra da kararını açıkladı.

-Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklu kalmaları hak ihlalidir!

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına kadar yüksek yargının en üst makamı iktidar mensuplarında baş tacı mevkiindeydi. Yargı önemliydi. Ona karşı saygı duyulmalıydı, falan filan…

Mahkemenin bütün üyeleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarında atanmışlardı. Dolayısıyla “bizim adamlarımız” kategorisinden işleme tabii tutuluyorlardı. Yüksek yargıçları elde ettikleri mesleki birikim ve saygınlık üzerinden değerlendirmeyip, devlette iş verilmiş(!) “çaresiz seçmenler” gibi görüyorlardı.

O yüzden her kararları iktidarın arzuladığı doğrultuda olmalıydı.

Ama öyle olmuyor işte. Hukuk, parti tüzüğü gibi değiştirilemiyor.

Yüksek yargıçların ve yüksek yargının da “onuru” söz konusu… Ayrıca iktidarların dümen suyunda olmayan bağımsız yargıya herkesin ihtiyacı var.

• • •

Anayasa Mahkemesi’nin tahliye kararına karşı AKP adına yapılan ilk açıklamalar “sevindik” şeklindeydi. Herkesler de “oh, yavaş da olsa normalleşmeye geçiyoruz” diye düşünmeye başlamışlardı ki, CB Fildişi Sahili’ne gitmek için havaalanına geldi. Bütün içtenliğinle bu kararı içine sindiremediğini belli etti:

-Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum! Ama sessiz kalırım.

Saygı duyma meselesi çok önemli. Çünkü kendisi yakın zamanda böylesi bir örnek vermişti:

-Beni sevmeyebilirsiniz, ama saygı duymak zorundasınız!

Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyacak olanlar uydu. İlgili mahkeme o doğrultuda davrandı. O kadar!

Yürütmenin bu kararla ilgili her hangi bir tasarrufu olamayacağını değerli hukukçu Fikret İlkiz’e sordum, söyledi.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise Anayasa Mahkemesi’nin kararını “yetki ve görev gaspı” olarak yorumladı. Bunun açık okuması söyle olabilir:

-Yaptığımız kanunlara herkes uymak zorundadır. Biz hariç!!!

Meclis’te “ezici” çoğunluğa sahipler. İstedikleri yasayı çıkartıyorlar. İstedikleri makama istedikleri atamaları yapıyorlar. Önlerinde hiçbir engel yok. Sadece arada vicdanlı insanlar çıkıp, mesleki saygınlıklarını koruyan kararlar verebiliyorlar. O zaman da “güçlü iktidarın” ayarları bozuluyor.

Bu halleriyle yazının başında anlattığımız “top sahibi” çocuklara benziyorlar:

-Mızıkçı demokratlar!

Kaynak: Birgun.net