Saray «himayesinde» gerçekleşen fetih şöleninin, salt bir siyasi hareketin gövde gösterisi olmayı geride bırakıp yeni rejimin ve onunla bütünleşik «milletin» bayramı haline geldiği şu günlerde, Gezi zamanı «evde zor tutulduğu» ileri sürülen «%50» tek adam düzeninin hazır kıtalarına ekleniyor. Haziran direnişlerine gözdağı üç yıl sonra «fetih şenliklerinden» geliyor. Beyaz takım elbisesiyle Erbakan’ın 90’ların ortasında stadyumlarda düzenlediği dualı-tekbirli alternatif ritüel bugün devletin tüm imkânları kullanılarak cilalı imaj devrine uygun biçimde resmileşiyor.

İktidar «medeniyet kaybı» ve «eski rejim» olarak gördüğü cumhuriyetin sembol ve bayramlarını çeşitli bahanelerle askıya alarak unuttururken, Kutlu Doğum’dan Kut’ul Amare’ye uzanan icat edilmiş özel günleri «yeni rejimin» alametifarikası haline getiriyor. Muhalifler sokaktan uzaklaştırılmış, kendini Fatih, Ulubatlı, Akşemseddin sanan çok; kılıçtan geçirilmek istenenler de üçüncü yıldönümünde hâlâ Haziran diyenler olsa gerek! Öyleyse şimdi bir kez daha masalları ve gerçekleri konuşma zamanı…

«AKP vesayet araçlarını ortadan kaldırarak milli iradenin tecelli etmesini istiyor». Sağ popülizmin en büyük masallarından biri buydu. Buna göre bürokratik seçkincilik sona eriyor, Meclis temsil edilmeyenlere kapısını açıyor, mağdurlar yönetimde söz sahibi oluyordu. Baraj düşecek, anayasa değişecek, siyaset özgürleşecekti. Tekçi anlayışın sonu gelmişti! Bunca zamanda ne siyasi partiler kanunu demokratikleştirildi ne de seçim barajı indirildi. Ötesinde Saray «millet Meclis’te terörist istemiyor» diyerek HDP’ye oy verenleri de «milletin dışına» itiverdi. Tekçi anlayışın alâsı AKP ile tesis edildi. Şimdilerde «milli irade» Saray’da tecelli ediyor!

«AKP’nin Kemalizm ile mücadelesi, Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak». Üç yıl evveline kadar en çok duyduğumuz cümle buydu. Hatta AKP›nin «burjuva devrimini tamamladığı» iddia ediliyordu. Bugün gelinen noktada AKP›nin Kemalizm ile mücadelesinin demokrasi getirmek değil Saray rejimini kurmaya yönelik bir stratejiye dönüştüğü ayan beyan ortada. Üstelik Saray rejimi, erken cumhuriyetin lider kültünün üzerine basarak kendi tek adamlığını inşa ediyor. Yeni bir toplum mühendisliği projesi çağın tüm olanakları kullanılarak sahnede!



«İslamcı sermaye büyüdükçe ve kentlileştikçe, demokrasi talebi artar». Bu da sonu kötü biten başka bir masal. Türkiye’ye, Batı’daki burjuvazinin erken dönem rolünü esas alarak bakan bu liberal varsayım memleketin «laik sermayesi» sanki demokratmış da İslamcı kesimde sermaye biriktiğinde onlar da diğerlerine benzeyecekmiş masalını anlattı yıllarca. İslamcı sermaye zaman içinde devlet ile iş tutarak, rant-ticaret-siyaset ilişkilerindeki yerini aldı; tıpkı «laik sermaye» gibi devlete göbekten bağlandı ve gücünü «yeni rejim» üzerinden devşirdiğinden onun tüm anti-demokratik uygulamalarını hevesle benimsedi. Bugün İslamcı sermaye, neoliberal otoriter rejimin en önemli payandalarından biri. «Laik sermaye» de liberal sağ bir alternatif ortaya çıkana kadar iktidara biat etmeye devam edecek.

«AKP darbelerle mücadele ederek sivilleşmenin önünü açtı.» Sivilleşme öyle mi? Sivilleşmeyi sadece askerin siyasi iktidar karşısında mevzi kaybetmesi sananlar için o masal gerçek olabilir. Fakat Türkiye son dönemeçte askerler-sermaye-iktidar arasındaki ilişkilerin en yoğun olduğu döneme tanıklık ediyor. TSK’nın neoliberal dönüşümü AKP- sermaye-savaş işbirliğiyle tepe noktasına vardı. O nedenle ne Genelkurmay Başkanı’nın nikâh şahitliği sürpriz ne de OYAK yönetiminde son birkaç aydır yaşananlar. Hâlâ ordudan «laiklik bekçiliği» bekleyenler varsa o «misyonun» da bir mit olduğunu hatırlatmakla yetineyim.

«CHP, sağ seçmene kucak açarsa iktidar olma şansını yakalar.» Herhangi bir parti hakkında o ülkedeki her yurttaşın reçete çıkarmaya hakkı var elbette. Ama bahsettiğim argüman, CHP’lilerin ya da CHP’ye yapıcı eleştiriler yöneltenlerin reçetesi olmaktan çok liberallerin projesiydi. Parti yönetimi bu tavsiyelere uyduğunda her seferinde duvara çarptı. Mansur Yavaş ile denedi olmadı, Ekmeleddin İhsanoğlu ile denedi yine olmadı. Demokratlara, Kürtlere, sosyalistlere hitap etmek yerine sağcılara seslendikçe her geçen gün kan kaybetmeye devam ediyor.

Masallar ve gerçekler ortada. Şimdi ya Kabataş yalanı etrafında saf tutanlara, tetikçilik yapıp da bunu gazetecilik diye yutturanlara, neoliberal tezleri demokrasinin gereğiymiş gibi gösterenlere göz yumacağız ya da kendi siyasi hattımızı gerçeklerle öreceğiz. İlkiyle gelinen nokta burası; ikincisine cesaret edenleri çoğaltmak ise bizlerin sorumluluğu.

Kaynak: Birgun.net