HÜSEYİN ŞİMŞEK / [email protected]

100'den fazla yurttaşın yaşamını yitirmesine neden olan canlı bomba saldırısının yapıldığı ‘Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’nin düzenleyicileri, hesap sormada kararlı. Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamının yaşandığı mitingin düzenleyicilerinden Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanları ve dönemin Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Başkanı, katliamın birinci yılında duygularını BirGün ile paylaştı.

Bir arada yaşama iradesine saldırdılar

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel: “DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak, ülkemizde giderek ağırlaşan savaş ve çatışma ortamını dağıtmak, barış talebini ve demokrasi mücadelesini yükseltmek, emeğin haklarını savunmak üzere, geçtiğimiz yıl 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi mitingine çağrı yaptık.

O gün, iki IŞİD'li intihar bombacısının miting için toplanmaya başlamış kalabalığın içerisinde kendilerini patlatmasıyla 101 insanımız öldü, yüzlerce insanımız ise yaralandı. Ankara Garı önünde yaşanan patlamanın etkileri sadece mitinge katılanlarda değil, tüm toplum üzerinde uzun sürecek ciddi fiziksel, ruhsal ve sosyal hasara neden oldu. TTB olarak o gün mitinge gelen üyelerimizle oradaydık, patlamayı yaşadık, katliama tanık olduk, hekim olarak yaralıların yardımına koştuk.

''Unutmayacağız, Unutturmayacağız''

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, iddianameyi katliamın üzerinden yaklaşık 9 ay geçtikten sonra hazırladı. İddianamenin siyasal sorumluluğa ilişkin bir içerik taşımadığı, dönemin yöneticilerinin iddianameye dâhil edilmediğini biliyoruz. Oysaki katliamın failleri ile birlikte ihmali olan, kolaylaştıran ya da iştirak eden kamu görevlilerinin açığa çıkarılıp yargılanması gerekir. Mülkiye Başmüfettişliği raporunda yer alan mitinge yönelik birden fazla canlı bomba eylemi istihbaratı olduğuna ilişkin bilgiler, kamuoyuna da yansıyan IŞİD örgütlenmesinin Türkiye’deki etki ve ilişki ağını ortaya koyan belge ve raporlar, iddianamede yer almadı.

İlk duruşmaya 1 ay kadar süre kaldı... Açık, tarafsız ve adil bir yargılama yürütülmesiyle ilgili olarak kamuoyunda derin bir kuşku ve endişe mevcut.

10 Ekim Katliamı, 7 Haziran seçimleri sonrasında ülkemizi çatışma alanı haline getirmek, kan gölüne dönüştürmek üzere uygulamaya konulan senaryonun bir parçasıdır. Katliam, barış içinde bir arada yaşama iradesine karşı yapıldı. Sadece intihar saldırısının hayata geçirilmesini aydınlatmayı amaçlayan, siyasal arka planı dikkate almayan bir yargılama, gerçekliği görmezden gelen bir hukuki süreç anlamına gelir. Mücadelemiz, katillere zemin hazırlayanlar, onları görmezden gelenler ortaya çıkartılıncaya, kamu vicdanında mahkûm olanların bağımsız yargı önünde de mahkûm olmalarına dek sürecektir. Emek, barış ve demokrasi mücadelemizden geri adım atmayacağız.”

Adı Veysel’di çocuğun...

DİSK Genel Başkanı Kani Beko: “10 Ekim akşamı hastaneleri dolaşırken, İbni Sina Hastanesi önünde 8 yaşındaki çocuğunu arayan bir aile ile karşılaşmıştım. Adı Veysel’di çocuğun. Babası ile el ele yürüyerek gelmişti mitinge. Sonra bombalar patlamış ve Veysel’den bir daha haber alınamamıştı. Hastaneye girdiğimde katillerin onu aramızdan aldığını öğrendim. Kimselere söyleyemedim. O daha 8 yaşındaydı, 29 Eylül’de 9 yaşında olacaktı. Ama Nazım’ın da dediği gibi ‘büyümez ölü çocuklar.’

Veysel’e ve bu toprakların ‘büyümesine izin verilmeyen’ tüm çocuklarına büyük bir borcumuz var şimdi. Onlara emeğin, barışın ve demokrasinin hüküm sürdüğü, çocukların öldürülmediği bir ülke hediye etmeliyiz. Peki nasıl? Tabii birleşerek…

10 Ekim Katliamı ile ülkemizin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına her köşesine acı düştü. Ama göz rengimiz ne olursa olsun gözyaşlarımız aynı renkti. Ağıtlarımız hangi dilde yakılırsa yakılsın aynı acıyı anlattı. Kalleşçe vurarak, öldürerek, bizi kardeşlikten, barıştan vazgeçireceğini sananlara karşı ağıtlarımızla, gözyaşımızla, acımızla, öfkemizle birleşmek, Veysel’e olan borcumuzu ödemek için birleşmek çok zor olmamalı.

10 Ekim’in 4 hikâyesi

10 Ekim Katliamı’nın ardından hiçbir sorumlunun mahkemelerde hesap vermediği, tek bir kişinin bile istifa etmediği bu düzene karşı birleşmeliyiz. ‘Ya biz, ya kaos’ diyenlerin ülkeyi bir ateş çemberine atmasına karşı birleşmeliyiz. Son bir yılda bu oyunu daha net gördük, daha net anladık. Katliamlarda, terör eylemlerinde, çatışmalarda binlerce insan yaşamını yitirdi. Şimdi sorumuz şu, biz çocuklarımıza böyle bir ülke mi bırakacağız?

Evet, Veysel’i geriye getiremeyiz ama Veysellerin ölmediği, barış içinde, kardeşçe, özgürce, insanca yaşadığı ve yaşatıldığı bir ülke için mücadele etmek boynumuzun borcudur. Veysel’in öğretmeninin dediği gibi, ‘Güzel gözlü, güzel yürekli oğlum… Barışın güvercini sensin artık benim için…’

Bu ülke topraklarında yıllardır on binlerce insanımızı kaybettik. Bu topraklar yeterince kana ve gözyaşına doydu. Bizim mücadelemiz, kardeş kanı akmasın, analar ağlamasın, Veyseller ölmesin diyedir.”

Yürekleri sadece barış için atan...

TMMOB Eski Başkanı Mehmet Soğancı: “Ülke tarihinin bu en büyük katliamı, yürekleri sadece emek, barış, demokrasi için atan bu ülkenin en yiğit insanlarına karşı yapıldı. Biz katilleri çok iyi biliyoruz. Unutursak, unutturursak yüreğimiz kurusun.

Biz biliyoruz... 101 kardeşimizin hesabı ancak ve ancak eşit, özgür, demokratik ve laik bir ülkenin kurulması ile sorulmuş olacaktır. Biz iyi biliyoruz... 101 kardeşimiz yürütülen bu büyük mücadelede bizimle omuz omuza yaşıyor. Onların anısı mücadelemizin yolunu aydınlatıyor.

1 Ağustos’ta Yönetim Kurulumuz oybirliği ile karar alır: ‘7 Haziran Genel Seçimleri sonrası AKP eli ile oluşturulan siyasi atmosfer içerisinde Suruç Katliamı ile başlayan ve ülkemizin savaş, şiddet, baskı ortamı içerisine sokulması ile devam eden, insanlarımızın öldürüldüğü karanlık gidişata dur demek için; savaşa karşı barışı; baskı, şiddet ve zora karşı demokrasiyi hakim kılmak için; insanımızın kardeşçe bir arada yaşamasını savunmak için; eşit, özgür, demokratik, laik, bağımsız bir Türkiye mücadelesini yükseltmek için; bölgemizde emperyalist işgal ve savaş politikalarına karşı halkların kardeşliğini büyütmek için kapalı salon/açık hava toplantılarının düzenlenmesine, emek meslek örgütleri ve demokrasi güçleri ile ortaklaşa eylem ve etkinliklerde bulunmak üzere görüşmelerde bulunulmasına; bunlara yönelik her türlü iş ve işlemi gerçekleştirmek konusunda Yürütme Kuruluna görev ve yetki verilmesine...’

Ve hemen yol arkadaşlarımız KESK, DİSK, TTB ile görüşüldü. Ekim ayına doğru birlikte kararlar aldık. Bir arada mücadeleyi büyütme kararı aldık. Adına da karar verdik. Emek, Barış, Demokrasi mitingi olacaktı. Ve ülkenin emekten, haktan, hukuktan, adaletten yanayım diyen tüm emek ve demokrasi güçlerine gittik. Hep birlikte 10 Ekim’de Ankara’ya, Sıhhiye Meydanı’na randevuyu verdik, duyurularını yaptık.

Hepimiz oradaydık. Saat 10.00 da Ankara Garı önünde toplandık. Saat 10.04... 101 kardeşimizi orada kaybettik. 300’den fazla arkadaşımız hastanelere kaldırıldı. Onlarca arkadaşımız sakat kaldı. İki kardeşimiz hâlâ hastanede, tedavileri sürüyor.

Ülkenin bu koşullarında nasıl geçeceği belli; ama 7 Kasım’da başlayacak olan dava, bir adalet arayışı içinde bu ülkenin emek ve demokrasi güçleri tarafından başından sonuna takipçi olunacaktır, olunmalıdır. Unutmamak, unutturmamak için; katliamda yakınlarını kaybeden ailelerle birlikte kurduğumuz 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneğimize de koşulsuz destek olunmaktadır, olunmalıdır.”

Hâlâ geçit yok diyebiliriz

KESK Eş Genel Başkanı Şaziye Köse: “İsimlerini, yerlerini ve ilişki ağlarını bildikleri canlı bombaları eyleme geçinceye kadar yakalamadıklarını pişkinlikle itiraf edenler henüz hesap vermedi.

Katillerin polis kontrol noktalarını da geçerek Ankara’nın göbeğine kadar gelişlerine seyirci kalanlar yargı önüne çıkmış değil. Önce Suruç, ardından Ankara Katliamlarıyla toplumsal muhalefete mesaj vermek ve siyasal ortamı militarize etmek isteyen şahıs, kurum ve odaklardan dava dosyasında bahis bile yok. Her katliamdan sonra yaptırdıkları seçim anketlerine bakıp el ovuşturanlar soruşturmanın kıyısında dahi bulunmuyor. O halde, durum umutsuz mu? Asla. Elbette, gerek Ankara gerekse Suruç Katliamlarının, Türkiye’nin siyasal tarihi ve gidişatı içinde gerekli tadilatlarla birlikte ancak 1 Mayıs Katliamı’yla karşılaştırılabilir bir bağlamı var. Bunlar radikal bir dönüşüm ve buna eşlik eden tarihsel bir yüzleşme olmaksızın kolayca ve salt ‘hukuki ve yargısal’ çerçevede aydınlatılamayacak katliamlardır.

Mitinglere yönelik bombalı saldırı olacağı ihbarı alınmış olmasına rağmen, hiçbir uyarı yapılmayışı ihmal değil kasıttır. Miting öncesi emniyet ile yapılan toplantılarda risklerin tartışılması gerekirken, CHP ve HDP Genel Başkanlarının mitinge katılıp katılmayacağı ile ilgilenilmiştir. Miting günü alışık olduğumuz emniyet uygulamalarının hiçbirinin olmayışı ihmal değil kasıttır. Alanda patlamadan sonra yaralılara gaz sıkılması, ambulansların geciktirilmesi, alana sokulmayışı kasıttır. Olay yerinde delil arayışının yapılmaması, alanın yıkanması, delillerin yok edilmesi kasıttır. Yaşam hakkını korumak ile görevli olduğu varsayılan devlet, açık bir tehdit ortada iken, bu tehditten haberdar iken, her türlü istihbaratı almış iken hiçbir tedbir almamıştır. Ardından dosyaya gizlilik kararı konması, yayın yasağı getirilmesi olayın aydınlatılması yerine kapatılması için çaba sarf edilmesi ve daha neler neler. Ama hâlâ dur diyebiliriz. Hâlâ geçit yok diyebiliriz. Yeter ki beklenticilikten, savuştururuz kolaycılığından sıyrılalım.”

***

Biterken...

Bugün katliamın birinci yılı. Bizler yine orada olacağız. Boğazımızda düğümlenecek kelimeler... Öfke ile titreyecek yürekler, neşeli kahkahalar yerini derin acıya bırakacak. Bıçak yarası gibi silinmez bir iz kalacak bedenlerde. Dizlerimiz tutmaz olacak gövdemizi.

Ama doğrulacağız hemen. 7 Kasım'da başlayacak duruşmalara hazırlanacağız. Ailelerle, avukatlarla mitingi örgütleyen dört örgütle hummalı bir çalışmaya koyulacağız.

O gün alanda gördüklerimiz, sonrasında yaşananlar, yitirdiklerimizin gözleri hatırlatacak bize bir gazeteci olarak görevimizi. Gerçeğin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkması için var gücümüzle çalışacağız. Katliamı yapanlarla, arkasındaki güçlerle ve onları koruyanlarla hesaplaşmak için yola çıkanların sesi olmaya devam edeceğiz. Unutmayacağız, unutturmayacağız!

Kaynak: Birgun.net