RABİA YILMAZ
[email protected]
@rabiaylmaz

Yargının kadın cinayetleri davalarında gelenekselleşen 'iyi hal' ve 'haksız tahrik' indirimleri tartışması sürerken, kendisine sistematik şiddet uygulayan Hasan Karabulut’u öldüren Çilem Doğan'a 15 yıl hapis cezası verilmesi tepki çekti.

Erkeklerin sistematik hale dönüşen şiddeti sonucu birçok kadın yaşamını yitirirken, katillerin 'iyi hal' indirimleri ile beraatlerine karar verilip; sadece kendini savunmak ve ölmemek için öldüren kadınların cezalandırılması ve yargının tutarsızlık içeren kararları tartışma yarattı. Davanın meşru müdafaa olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden hukukçular ve kadın örgütleri, mevcut yasaların uygulanmadığını belirtti.

Başka seçenek kalmıyor

Nevin Yıldırım, Yasemin Çakal ve Çilem Doğan dosyalarının, kadınların öldürmekten başka seçenekleri kalmadığının göstergesi olduğunu aktaran Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu, ''Çilem Doğan da birçok kadın gibi daha önce bu devlete başvurmuş ve 9 kere koruma kararı aldırmış. Bir kadın devlete başvuruyor, 9 kere koruma kararı aldırıyor, şiddet devam ediyor, ailesinden destek alamıyor, devlet mekanizmasından destek alamıyor. Çilem'in gerçekten hiçbir seçeneği yokmuş ve kendisini korumuş. Özsavunma hakkını kullanan tüm kadınların dava dosyaları da başka çarelerinin kalmadığı noktada öldürmek zorunda kaldıklarını gösteriyor'' diye konuştu.

Cinsiyetçi ve erkek egemen zihniyet

Yargının tutarsızlığına da işaret eden Eyüboğlu sözlerine şöyle devam etti:

''Erkekler sadece 'Pişmanım' veya 'Namusum için öldürdüm' dediği için indirimlerden yararlanıyor. Bu ülkenin mahkemeleri İzmir'de 'Beyaz tayt giydi öldürdüm' diyen adama 'haksız tahrik' uyguladı ve Yargıtay da onadı. Bu adamla evlilik hayatı boyunca sistematik şiddete, hakarete ve aşağılamaya maruz kalmış, çalmadığı kapı kalmadığı halde hiçbir sonuç alamamış bir kadının, çaresizlikle kendini korumak için öldürme eylemini aynılaştırıyor ve aynı cezayı veriyorlar. Burada gerçekten büyük bir adaletsizlik var. Kadınlar neden öldürmek zorunda kalıyor, erkekler nasıl öldürüyor meselesini anlamadıkları için bu kararı veriyorlar. Bunun da nedeni hep söylediğimiz gibi cinsiyetçilik ve erkek egemen zihniyettir.''

Meşru müdafaa şartları uygulanmalıydı

Türkiye'deki yargının tam anlamıyla 'erkek yargı' olarak adlandırılabileceğini belirten Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Hakim Orhan Gazi Ertekin, Çilem Doğan davasından iki temel sorun olduğunu belirterek şu değerlendirmede bulundu:

''Çilem Doğan davasında suçun belirlenmesi, suçun tarifi yani meşru müdafaanın belirlenmesi açısından ciddi bir sorun var. Türk yargısı maalesef sürekli, yoğun, kalıcı ve dayanıklı şiddet altında kalan kadınlara ve diğer farklı gruplara yönelik, grupların içerisinde yaşadığı şiddet ortamını algılayabilecek fikri kapasiteye ve hukuki olgunluğa sahip değil. Bu nedenle de meşru müdafaayı son derece geleneksel uyguluyor. Anlık şiddete karşı o anlık şiddetin gerektirdiği karşı tepkiyi gösterme olarak değerlendiriyor. Kadınların koşullarını değerlendirebilecek bir algıya, kavramlara, kurumlar yorumuna sahip değil. Çilem Doğan davasında da maalesef bu devreye girmiş. Kalıcı şiddet ortamlarında kadınların verdiği tepkileri, hukuken çok farklı bir biçimde değerlendirmek ve meşru müdafaa olarak görmek şart. Çilem Doğan davasında da meşru müdafaanın şartları, koşulları vardı. Yargılama sürecinde ayrıntılı beyanlar ile kadının beyanı birbirini destekledi. Böyle bir durumda kadınların şiddet karşısındaki toplumsal konumları nedeniyle meşru müdafaaya dönüştürülmesi gerekiyordu.''

Madde var, uygulama yok

Davada cezanın belirlenmesi noktasında da ciddi bir sorun olduğunu kaydeden Ertekin sözlerini şöyle sürdürdü:

''CMK'da Türkiye'de hiç uygulanmamış bir madde var: 223/4-d. Ben bu maddeyi birkaç defa uyguladım, ancak neredeyse Türkiye'de hiç kimse uygulamadı. Bu madde, 'haksızlık içeriğinin azlığı' nedeniyle suça ceza vermeyebiliyorsunuz. Bu madde hâkime bir takdir yetkisi veriyor. Bu davada, olayın gelişimi, içeriği, sürecin ayrıntıları göz önüne alınarak mutlaka 223/4-d maddesinin uygulanması ve 'haksızlık içeriğinin azlığı' nedeniyle ceza verilmesinden vazgeçilmesi gerekiyordu. Bu da devreye sokulmadı.

Bütün bu sorunların Türkiye'deki yargının son derece geleneksel, erkekçi bir perspektifle olaylara bakmasından kaynaklandığı kanaatindeyim. Yargının şunu fark etmesi gerekiyor: Bütün sosyal olayların cinsiyeti vardır. Yargının ve hukukun bunu fark ederek, her dosyanın içerisinde bir cinsiyet meselesi olduğunu, buna uygun yorumlar geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu dava yargının geleneksel anlayışının ve ürünlerinin en son örneği olarak görülebilir.''

Kaynak: Birgun.net