Semih Güven
[email protected] - @semihguvenn

Görev süresi 19 Nisan'da sona erecek olan Merkez Bankası (MB) Başkanı Erdem Başçı'nın yerine geçecek isim Murat Çetinkaya olurken tartışmalar da alevlendi. "Yeni başkan böylesi bir görev için yeterli mi", "Saray' sürece nasıl bakıyor", "Faiz düşürülecek mi" soruları kamuoyunda yoğun biçimde tartışılıyor. Biz de bu sorulara İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Öğretim Üyesi ve BirGün gazetesi yazarı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile birlikte yanıt aramaya çalıştık.

» Yeni Başkan Murat Çetinkaya böylesi bir görev için yeterli birikime sahip mi?

Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Murat Çetinkaya 2012 yılından itibaren Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktaydı. Böyle bakılırsa içerden bir atamayla karşı karşıyayız. Özgeçmişinden Boğaziçi Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduğunu öğreniyoruz. Herhangi bir iş başvurusu için parlak bir “CV”den söz edilebilir. Ne var ki bir Merkez Bankası başkanı için yeterli referansları yok. Para politikaları veya merkez bankacılığı ile ilgili bilinen bir yayını bulunmuyor. Zaten henüz doktora aşamasında bulunduğu söyleniyor. Halbuki Erdem Başçı doçent unvanı taşıyan Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyeliğinden gelen bir kimseydi. O bile benzer ülkelerdeki meslektaşları karşısında silik kalıyordu. Örneğin; popüler guvernörlerden Hintli Raghuram Rajan MIT’den doktoralı, IMF baş ekonomistliği yapmış, 2008 krizini önceden tahmin etmiş ve 2010’da yayınladığı küresel krizle ilgili kitabı 2010’da Financial Times tarafından yılın ekonomi kitabı seçilmişti. Chicago Üniversitesi’nde profesörken bu göreve atanmıştı.

Keza Meksika MB Başkanı Agustin Carstens, Milton Friedman ismiyle özdeşleşmiş, Chicago Üniversitesi’nden doktoralıydı ve IMF başkanlığı için adı geçmişti. Bunlar bir “solcu” için çok makbul referanslar olmayabilir. Ne var ki, amaç uluslararası piyasalara mesaj vermekse, Murat Çetinkaya ismi hafif kalıyor. Zaten kariyerine Albaraka’da başlaması, TCMB’den önce en son Kuveyt Türk Katılım Bankası’nda görev yapması, “sukuk” uzmanı diye tanıtılması İslami referanslarının kanıtı. AKP’li yıllarda “liyakat” zaten geçerli olmadığını, kişilerin bilgi ve deneyimine bakılmayıp, sadece “yandaşlık ve muhafazakarlık” kantarında tartıldığını düşünürsek, şaşırtıcı bir durum söz konusu değil…

» Genelde Merkez Bankası başkanlarının o ülkenin en 'güçlü' isimleri haline geldiğini görüyoruz. Bizde ise hiç Merkez Bankası başkanlarının ön plana çıkamadıklarını görüyoruz. Neden?

Aslında Merkez Bankası başkanlarının bu denli popüler hale gelmesi, neoliberal dönemde, para politikalarından fazlaca medet umulmasının, kamunun ekonomide üretici ve düzenleyici rolünü terk etmesinin, maliye politikalarının giderek önemsizleşmesinin bir sonucu. İsmi sokaktaki insan tarafından bile bilinen ilk Fed başkanı 70’lerin sonunda işsizliğin ve durgunluğun bir arada görüldüğü “stagflasyon” ortamında sıkı para politikaları uygulayan Paul Volcker oldu. Küresel krize kadarki döneme ise, düşük faiz uygulamalarıyla finansal piyasaları coşturan, bir anlamda kapitalizmin küresel krizi öncesi aşırı şişkinliklerin müsebbibi Alan Greenspan damga vurdu. Krizle birlikte bankaları kurtarmanın maliyeti bütçelere binip de kamu borçları kabarınca maliye politikaları uygulanamaz hale geldi. Varlık alımları, önce düşük sonra eksik faizler derken tüm ekonomik beklentiler merkez bankası başkanlarının hünerine endekslendi. Draghi, Yellen gibilerinden mucizeler beklendi. Bizde ise zaten çok şükür RTE dışında hiç kimsenin ön plana çıkmasına olanak tanıyan bir ortam bulunmadığı için böyle bir sorun da yok.

» Merkez Bankası Başkanı ve Para Politikası Kurulu (PPK) üyeleri Erdoğancı gibi, Davutoğlu-Mehmet Şimşek'çi gibi sıfatlarla kamuoyunda anılıyor. Sizce böyle bir 'çatışma' var mı?

Çetinkaya’nın Davutoğlu ile RTE’nin istişaresi sonucu atandığı açıklandı. Sonunda faiz kararlarını PPK veriyor. Önümüzdeki iki ay içerisinde 5 üyenin daha görev süresi doluyor. Bu atamalarla tablo daha da netleşecek. Benim tahminim Erdoğan’ın borsa ve finans piyasaları konusunda gayri resmi akıl danıştığı kimseler PPK’ya ağırlığını koyacak. Faiz kararları artık doğrudan “Saray”dan dikte edilecek. İşte o zaman kızılca kıyamet kopacak.

» Yeni yönetimle birlikte nasıl bir para politikası bekliyorsunuz? Yeni Başkan faizleri indirebilir mi? Olası riskler neler olur?

Yeni Başkan’ın faizleri indirmek misyonuyla icazet aldığını tahmin etmek zor değil. Bu nedenle 20 Nisan’daki toplantıda 50 baz puanlık, yani yüzde 0.5 faiz indirimi gelebilir. Eğer bu üst bandın, diğer bir ifadeyle gecelik borç verme faizinin aşağı çekilmesi yoluyla gerçekleşirse, piyasalar tarafından daha kolay sindirilir. Politika faizi veya gösterge faiz olarak nitelenen haftalık repo oranının aynı miktar düşürülmesinin hazmı ise daha güç olur. Sonunda bankalara akıtılan kaynağın, TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti denilen, sözü edilen iki faizin ortalaması belirliyor. Bu ortalama son dönemlerde 8.5-9 aralığında seyrediyordu. Çekirdek enflasyonun 9.5’da demirlediğini, TCMB’nin son Enflasyon Raporu’nda 2016 manşet enflasyonunu yüzde 7.5 tahmin ettiği göz önüne alınırsa fazla bir manevra alanı bulunmadığı anlaşılır. Hazine ihalelerinde ise son üç ayda yüzde 10.1-11.1 arasında borçlanıldı. Daha keskin bir faiz indirimi hemen dövizi tetikler ve bir anda ortalık toz duman olur. Buradan sakın “piyasalar ne eylerse güzel eyler, aman piyasaları ürkütmeyelim” diye düşündüğüm sanılmasın. Ama siz oyunun kurallarını, "sermaye akışları serbest olmalı" diye koymuşsanız, para politikasını aşırı gevşettiğiniz takdirde dövizi kontrol altında tutamazsınız. Yine benzer biçimde, merkez bankalarının bağımsızlığı saplantısı, para politikalarının oy veren yurttaşların beklenti ve taleplerine kayıtsız kalamayacağından korkulan hükümetin yetki alanından çıkarılması, neoliberal kurgunun bir gereğidir. Ama siz bir yandan merkez bankasının bağımsız olduğunu iddia edip, öte yandan “faizi indir” direktifi verirseniz tutarsız davranmış olursunuz.

***

Erdoğan saplantı içinde

»Erdoğan'ın "yüksek enflasyonun sebebi yüksek faizdir" açıklamasına katılıyor musunuz?

Merkez Bankası’nın yeni başkanının belli olmasıyla birlikte, RTE bankalara “faizi indirin” çağrısı yaparak, “Tüketici kredilerindeki faizi bankalarımız daha da düşürsün” ifadelerini kullanmıştı. Belli ki yeni TCMB’nin faizi indireceğinden emin, “istimin nasıl olsa arkadan geleceğini” bilerek her şeye olduğu gibi faize de hükümran olmaya çalışıyor. Ama tüketici kredilerine odaklandığına göre, şirketlerin belirsizlik ortamında faizler bir parça düşse bile yatırımları artıracağından pek emin değil. Tüketici kredilerini, özellikle ihtiyaç kredilerini orta/alt-orta sınıfların kullandığını biliyoruz. Borçlandırmak yerine pekâlâ gelirler politikasıyla bu kesimlerin alım güçleri artırılabilir, faizleri fazla zorlamak gerekmez. Şimşek’in sürekli düşük tasarruflardan şikâyet ettiği hatırlanırsa faizleri aşağı çekerek tasarrufların nasıl artırılacağı da ayrı bir muamma. Faizle-Enflasyon arasındaki dinamik etkileşimi göz ardı ederek, RTE gibi “yüksek enflasyonun sebebi yüksek faizdir” saplantısına kapılabilirsiniz. Halbuki faizi fazlaca aşağı çekerseniz, dövizi patlatıp, bu yolla daha fazla enflasyon ithal edersiniz. Bu sefer de, dizginleri ele geçirmek için, 2014 Ocak’taki gibi bir anda faizleri radikal biçimde artırmanız gerekir. Göreceksiniz bu sefer de benzer bir tablo yaşanacak.

Kaynak: Birgun.net