Şu son ön dört yıllık zaman dilimini anlamak ve anlatmak için tek bir cümle söyle deseler, hiç düşünmeksizin “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” derim; çünkü bu söz, bağlamından olanca kopartılmışlığı, çarpıtılmışlığı ve içi boşaltılmışlığıyla zamanın ruhunu mükemmel bir şekilde ortaya koyma niteliğini taşıyor.

Bağlamından kopartılmış, çarpıtılmış ve içi boşaltılmış dedik, peki niye? Çünkü bu cümle 1920’lerin hemen başında işgal altındaki Anadolu topraklarında ilk kez telaffuz edildiğinde, bambaşka bir şeye, egemenliğin kaynağındaki mutlak bir değişime işaret ediyor, dolayısıyla da mutlak bir kopuş anlamına geliyordu. Bu sözle birlikte, ülkeyi yüzyıllarca tanrı adına yöneten bir hanedana, “artık egemenlik sana ait değil” deniyor ve böylelikle egemenliğin kaynağı gökyüzünden yeryüzüne indirilerek seküler bir kolektif kimliğe, yani “ulus”a verilmiş oluyordu.

Oysa bugün hâkimiyetin sahibi olduğu iddia edilen millet de, hâkimiyet de, dolayısıyla bu cümle de bambaşka bir şey anlatıyor. Millet, artık seküler bir kolektif kimliğe değil Müslüman/Sünni olanların ve iktidar partisine oy verenlerin toplamına işaret ediyor. Hâkimiyet ise düzenli aralıklarla sandığa gidip tepesinde tek adamın bulunduğu rejimi onaylama faaliyetinin ötesine geçmiyor. Bu bağlamda hâkimiyetin millete ait olması ise iktidarın her türlü icraatının meşruluğunun sandıktaki çoğunluğa dayanmasından başka bir anlama gelmiyor. Dolayısıyla ortada bir hâkimiyet değil, “hâkimiyet yanılsaması” bulunuyor.

15 Temmuz darbe girişiminin atlatılmasından beri yaşananlar bu yanılsamayı muazzam ölçüde beslemişe benziyor. “Demokrasi adına tankların önüne yatan millet” temalı yeni bir mitos, yeni bir efsane yaratılıyor. İslamcılığın Türkiye modernleşmesiyle ve onun sahibi olduğunu düşündüğü orduyla on yıllardır bitmeyen kavgası, ne kadar ironiktir ki, orduyu ele geçirmesine ramak kalmış İslamcı bir yapının darbe girişiminin bastırılmasıyla birlikte taçlanıyor. 200 yıllık modernleşme geleneğinin ruhuna, bir gecede çıkarılan kararnamelerle El Fatiha okunuyor. 15 Temmuz gecesi camilerden yükselen selaların ne anlama geldiği şimdi daha iyi anlaşılıyor.

“Millet mitosu” kendisini kaçınılmaz bir şekilde “Gezi karşıtlığı” üzerinden inşa ediyor. Türkiye modernleşme serüveninin son ve en büyük dalgasının geri çekilişinin ardından, sokak hâkimiyeti üzerinden “neo-31 Mart” diyebileceğimiz bir süreç yaşanıyor. 15 Temmuz darbe girişiminin 1908’le uzaktan yakından bir alakası olmasa da, sonrasında yaşananlar yeni bir 31 Mart Vakası anlamına geliyor. Milliyetçiliği, muhafazakârlığı ve İslamcılığıyla Türk sağı günlerdir sokakta bir gövde gösterisi sergiliyor. İlahiler, “Ölürüm Türkiyem”e, tekbirler “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganlarına karışıyor. Çadırlarla, nöbetlerle, “mermiye kafa atma” hikâyeleriyle Türk-İslam sentezinin en büyük mitosu, en büyük efsanesi yaratılıyor. AKM’ye asılan posterler, Taksim meydanındaki toplanmalar, “siz üç tane gaz bombasıyla dağıldınız, biz tanklarla, uçaklarla çatıştık” kıyaslamaları, hepsi Gezi’yle ve aslında Türkiye modernleşmesiyle hesaplaşma, ondan rövanşı alma arzusuna işaret ediyor.

Üstelik bu mitos “devlet-millet” işbirliği ile gerçekleşiyor; bedava ulaşım, bedava döner, bedava çay-kahve-su, kamu ve belediye çalışanlarına zorunlu katılım, özel harekâtçı koruması, belediye kasalarından şarkıcı türkücü takımına saçılan paralar eşliğinde bir “demokrasi müsameresi” sergileniyor. Darbe girişimi emir-komuta zinciri içinde olsa ya da CHP’ye karşı yapılsa anında hazır ola geçecek bir toplamın “Reis” için sokağa çıkması demokrasi savaşçılığı diye yutturulmak isteniyor.

Darbe girişiminin, tasfiyelerin, güç savaşlarının, devlet aygıtının ve bürokrasinin darmadağın olmasının, olağanüstü hal uygulamasının, yani bunca hengâmenin ortasında ve üstelik “milli mutabakat” ve “toplumsal uzlaşı” masalları anlatılıyorken, hala Gezi’nin yıkılması ve yerine Topçu Kışlası’nın yapılmasından bahsedilebilmesi ise neo-31 Mart sürecini muazzam bir şekilde sembolize ediyor. Topçu Kışlası, 31 Mart’ın isyancı askerlerinin karargâhlarından biri ve Selanik’ten gelen Hareket Ordusuyla en ağır çatışmalar burada yaşanıyor, neticede gericilik yeniliyor ve 1908 devrimi kazanıyor. Yüz yıl sonra ise yeni-31 Martçılık 1908’in ve bütün bir Türkiye modernleşme sürecinin intikamını almak için sokakta bulunuyor.

Bugünkü mitingle birlikte neo-31 Mart’ın sokak evresi sona erecek gibi görünüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’dan beri devam eden müsamerenin finaline kıymeti kendinden menkul ve ne idüğü belirsiz bir uzlaşı adına katılmasında ise şaşırtıcı bir yan bulunmuyor, neo-31 Mart’ın figüranlığı Kemal Bey’e çok yakışıyor.

Kaynak: Birgun.net