Katıldığı bir televizyon programında, ülkedeki atmosferin tek tipleştirdiği sunucu ile diğer konuşmacıların karşısında düşüncelerini dile getirdiği için linç ediliyor Profesör Nurşen Mazıcı. Söyledikleri itiraz edilecek türden şeyler değil oysa. Sorumluluk duygusu gelişmiş her yurttaşın düşündüğü noktaları dile getirmiş sadece. Mazıcı bunu çok sık yapıyor üstelik. Cemaati’n televizyonlarından birinde Cemaat için ne kadar ağır konuştuğunu hatırlatırım. Onunla bir çok konuda farklı düşündüğümü de belirteyim bu arada.

Mazıcı, darbe girişiminde hayatını kaybedenler için “o gece ölenlerin hepsinin canı en az Tayyip Erdoğan’ın canı kadar değerlidir” derken, şimdi onu linç edenlerin iddia ettiği gibi onlara saygısızlık etmiyor, onların yaşam hakkını savunuyordu. Bu kadar açıktır mesele. Bu sözleri sarf etmesinin nedeni de Erdoğan’ın güvenlik sağlanmadan halkı sokağa çıkarmasının yanlış olduğunu düşünmesi. Ben de aynı kanıdayım.

Ama söylenmesin isteniyor işte bu. İnsan yaşamını hiçe sayan bir çağrının sorgulanmasına tahammül edilemiyor. Üstelik bu tahammülsüzlük, Mazıcı’nın sözlerinin “kutsal”a saldırı olarak tanımlanmasıyla bir linçe dönüşüyor. Mazıcı’nın, hayatını kaybedenleri değil, sadece Erdoğan’ı hedefleyen sözlerini Erdoğan ile ölenler arasında bağ kurarak değerlendirenler, bundan, ölenlerin Mazıcı tarafından değersizleştirildiği sonucunu çıkarıyorlar.

Mazıcı’ya saldıranlar Erdoğan ile sokaklarda can verenler arasında böylesine bir bağ kurma hakkına sahipseler, Mazıcı’nın da aynı bağı kurarak Erdoğan’ı sorgulama hakkı vardır. Mazıcı, Erdoğan’ın “sokağa çıkın” çağrısı üzerine, silahlı bir gücün karşısına çıkarılan savunmasız kişilerin yaşamını yitirmelerinin “siyasi bir sorumlusu” olduğunu düşünüyor, bunun da Erdoğan olduğunu söylüyor. Neresi yanlış bunun? Erdoğan ile temsil ettiği zihniyete yönelik en küçük bir eleştiriyi “kutsalla” karşılama tutumu, bunu yapanlara avantajlar sağlayabilir ama tarihin uzun bir sabrı vardır. Bu yarın da, ortalık durulduktan sonra yapılacak olan bir sorgulamadır. Bunu bizzat o aileler yapacak, göreceksiniz.

“Şehitlik” gibi bir kavramın, yaşamını yitirenlerin acılı aileleri için müthiş bir teselli, onurlu bir paye olduğunu inkâr eden yok. Kendileri de bu aşağılık darbe girişiminin psikolojik kurbanları hâline gelmiş o ailelere bundan ötürü kimse elbette itiraz edemez. Kimi aileler yakınlarının “şehit” olmasına vesile olduğu için Erdoğan’a minnet de duyabilirler. Var böyle örnekler çünkü. Tersi de mümkün ama. Yakınlarının kaybından Erdoğan’ı sorumlu tutanlar da olabilir. Onlar da varlar.

Durumun olağanüstülüğü ile açıklanacak gibi değil o kayıplar. “Demokrasinin kurtulduğu” günün ertesinde köprülerde göbek atanların, “kurtulduk” diye eğlenenlerin varlığı “matem kültürü” açısından ne hâlde olduğumuzun bir göstergesidir aynı zamanda. “Şehitlerin” yasını bile doğru dürüst tutamayanların saygısızlığı yanında kimse Mazıcı’ya “ölenlere saygısızlık ediyorsun” diyemez. Bakmayın siz ulusalcı karanlık bir paçavrada (ne mutlu ki doğru çıkmayan) “asker kafasının kesilmesi gibi meselelere takılmayın, demokrasi kurtuldu” diye yazılmış olmasına, tüm haklardan daha kutsal olan yaşam hakkının kutsallığı, kaybedenlerin yakınları ne düşünürlerse düşünsünler, kayıpların sorumlularının sorgulanmasını gerekli kılar. Vicdanın önüne geçen bir kutsallık yoktur çünkü.

Bu yeni bir olgu değil. Erdoğan’ın “giderken bana mı sordunuz?” dediği Mavi Marmara kurbanları uluslararası sulara açılırken arkalarında “devletlerinin” olduğuna inanıyorlardı. Onlara eşlik edecek, caydırıcı etki yapabilecek bir savaş gemisinin olmaması ancak sorumsuzlukla açıklanabilir? Mavi Marmara’da yaşamını yitirenlere “şehit” dendiği için onların canlarını yitirmelerinin sorumlusu aranmasın mı? Failin İsrail olması gerçeği, onların İsrail’in adeta önüne atılmaları sorumsuzluğunu unutturmamalı. Kaldı ki “giderken bana mı sordunuz?” dedikten sonra en azından bu lafı eden zat için o ölenlerin “şehitliği” sıfıra indirilmiştir farkında değil misiniz? Mazıcı’ya saldırmadan önce bu akla gelmeli hemen.

Gözü dönmüş, kalabalıkların üzerine tank sürmüş, insanları kurşunlamış faşist bir güruhun kurbanı olmuş insanlara “şehit” denmesinde bir sakınca yok. Ama “siyasi irade”nin kimin “şehit” olacağına karar verme hakkı da yok.

Hiç mi sorgulanmasın bu?

Kaynak: Birgun.net