İlliberal’in Türkçe’de “hoşgörüsüz”, “bağnaz”, “cahil” anlamına geldiğini bilenler yazıda kullandığım başlığı daha iyi anlayacaklar kuşkusuz. Macaristan’ın son derece sevimsiz Başbakanı Viktor Orban ancak böyle tanımlanabilir çünkü. Hiçbir derinliği olmayan, halkının geri yanlarını okşamayı iyi bilen, her kapıyı açabileceğine inandığı, tüm yapıp etmelerine haklılık kazandıracağını bildiği “ülke çıkarı” gibi “sihirli” bir kavramı ağzına sakız eden, dolayısıyla hep “dışarıdan” baskılarla incindiğini düşünen vatandaşında “milli heyecan” uyandıran bir politikacı. “Derinlikli olmamaktan” yakındığı da yok üstelik. “Kültürel bir alt yapıya sahip değilim” sözü onundur.

Ülkesinin seçmenini, memleket sınırlarının dışında “berbat bir dünya var”a inandırmak ucuz bir popülizm elbette. Orban bu konuda bir hayli başarılı.

Ama genel kanı “Avrupa’nın hasta ülkesi” haline getirdiği Macaristan’ı sonu belirsiz bir maceraya sürüklüyor olduğu. Ülkesinde gittikçe yerleştirmeye başladığı “otoriter eğilim” AB üyesi bir ülke olarak topluluk içinde ciddi bir çıbanbaşı yaptı Macaristan’ı.

Kesinlikle kayıtsız kalınacak biri değil Viktor Orban. Elbette tipik bir sağcı ama ülkesindeki muhaliflerini kendisinden daha beter bir sağcı parti olan Jobbik’le korkutuyor. Yahudi düşmanı, yabancılardan nefret eden bir parti Jobbik. “Ben gidersem onlar gelir” demesi, dolaylı da olsa kendisinin de kötü olduğunun kabulü bir anlamda. Bir politikacı nasıl söyler bunu anlamak zor. Ama tüm sağcı politikacılar gibi akıl faaliyetinin bir sınırı var. Bunun ki de buraya kadar işte.

Zamanın ruhu”na en uygun lider olarak tanımlanıyor. “Zaman” dedikleri de herhalde şu yükselen muhafazakarlık dönemi olmalı. Türkiye kamuoyu onu daha çok Avrupa’ya başlayan göçmen akını karşısındaki tutumu ile biliyor. Kamuoyumuzun yarısından çoğu da muhtemeldir ki, bu adamın göçmenlere karşı tutumunu destekleyip aynısını Türkiye’nin de yapmasını bekliyor. Çünkü Türkiye’nin sağcı seçmeninin pek hoşuna gidecek düşüncelere sahip. İtalya’nın, Almanya’nın hatta Fransa’nın “göçmenlere kapı” açtığını sanarak (cidden öyle sanıyor) onları “ahlak emperyalizmi” yapmakla suçluyor ki, bir dolu Macar ya da Türkiyeli de kendi göçmen karşıtı tutumlarını emperyalizme karşı olmak sanabilir bu lafları duyduğunda. Son derece kurnaz bir politikacı. Sınırlı akıl kurnaz olmaya engel değil, malum.

AB içinde bir ülke olmasına rağmen topluluğun pek bir övündüğü “değerlerine” aldırmamayı politika haline getirdi Orban. AB hukukunu kendi sınırları söz konusu oldu mu takmıyor hiç. Göçmen karşıtlığını “sınırlarını savunmak” olarak tanımlıyor, dolayısıyla “ülke sınırlarını korumanın bir milli sorumluluk” olduğunu dile getiriyor sık sık. Buradan yola çıkarak başta göçmenlik kaynaklı sorunlar olmak üzere bir çok sorun için önerilen “Avrupalı hiçbir çözüme” inanmadığını da belirtiyor.

AB liderlerinin kesinlikle AB dışında tutulması gerektiğini söyledikleri Viktor Orban, Avrupa’da hızla yeniden yükselen sağın idolü durumunda artık. Dış politikada uyguladığı yöntem AB şeffaflığına karşı ülkesinin ulusal güvenliğinin uzlaşmazlığı üzerine kurulu. Sosyal açıdan katıksız bir muhafazakar, ekonomik açıdan ise berbat bir popülist. AB ile Avrupa karşıtlığını kendi ülkesinin ahlak ölçülerini anımsatarak da sürdürüyor çoğu zaman. Her sağcı, muhafazakar figür gibi Orban da Batıya eleştirilerini “batı dünyasının seks, yolsuzluk ve şiddet kültürüyle” dolu oluşu üzerinden de yapıyor.

Sadece sağcıların değil, ilk bakışta sol çevrelerin de hemfikir olacakları görüşler dile getiriyor. Örneğin “Avrupa ülkelerinin çoğunda, yüzde 90’ında, halkın görüşü ile seçkinlerin izledikleri politikalar arasında büyük bir uçurum var” dedi bir ara. Popülistliğini haklı çıkaracak ne varsa kullanıyor. Konuşmalarında Fransız faşist partisi Ulusal Cephe’den de, İspanyol sol partisi Podemos’tan da, İtalyan sosyalistlerinden de alıntı yapabiliyor. Demagojisinde kullanacak ne varsa asla atlamıyor yani. Müthiş bir çenebaz bu anlamda.

Dış politikada uyguladığı yöntem AB şeffaflığına karşı ülkesinin ulusal güvenliğinin uzlaşmazlığı üzerine kurulu. Sosyal açıdan katıksız bir muhafazakar, ekonomik açıdan ise berbat bir popülist

Orbanizm denenen tarzını Macar usülü “erdoğanizm”e ya da “putinizm”e benzetenler de var. Bunlardan biri şu ünlü Politico dergisi. Açık seçik bir otoriterliği yok. Medyaya baskıyı çok ince yapıyor örneğin, sivil toplum kuruluşlarını, devletdışı organizasyonları hizaya getirmek için “sert olmayan etkili dokunuşlar”ı var. Ülkesinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini tırpanlaması bunun örneklerinden biri. Bu nedenle, Politico’nun saptamasıyla belirteyim “hukuk anlayışı bakımından Erdoğan’ın da Putin’in de hayranlığını toplayacak bir lider” Viktor Orban.

Halkının “istikrarlı bir Macaristan, dolayısıyla da güçlü bir liderlik” istediğini vurguluyor fırsat buldukça. Erdoğan ile Putin’e bu yanıyla da pek benziyor. İç ya da dış karşıtlarıyla mücadele tarzı da yabancımız değil.

Avrupa’da yükselen siyasal cimriliğe hayat veren adam” olarak da tanımlanıyor. Karşı olduğu Avrupa’nın bencilliğini savunmakta da uygulamakta da herhangi, bir sıkıntısı yok yani. Liberal demokrasi karşıtlığı dillere destan. Bunun ciddi ciddi teorisini de (!) yapıyor, “Küresel rekabette liberal demokrasi varlığını sürdüremez” diyor örneğin. Liberal demokrasi savunucularına yönelik şu sözleri de elbette içi boş ama bir hayli iri sözler: “Günümüz düşüncesinin en popüler maddesi batılı olmayan, liberal olmayan, liberal demokrat olmayan sistemi anlamaya çalışmak ve hatta demokrasinin her şeye rağmen başarılı uluslar yaratamadığını kavramak”. Yani yönetim tarzının anlaşılması talebi var. “Liberal olmayan”, “batılı olmayan”, “liberal demokrat olmayan” ülkeler olarak da Singapur’u, Rusya’yı, Türkiye’yi, Hindistan’ı, Çin’i gösteriyor. Zaten öyle oldukları için bu ülkelerin AB içinde olmadıkları ortadayken ülkesinin neden AB’de kalmak için ısrar ettiğini anlamak zorlaşıyor tabii.

Toplumu düzenlemek için liberal yöntemleri ve prensipleri terk etmeliyiz” de diyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in her karşılaştığında Orban’ı “merhaba diktatör” diye selamlaması bu yüzdendir belki de.

Hem Macaristan’da hem tüm dünyada liberalizmin anlamının değişmesi gerektiğine inanıyor. Yerine önerdiği “düzen” ise şaşırtıcı değil tabii: “Liberalizm yerini sert bir dokuya ve genele ait olmayana hoşgörüsüzlüğe dönüşmeli”. “Genele ait olmayan” çoğu zaman göçmen, bazen bir Macar muhalifi olabilir demektir bu. Bu görüşlerinin Macar toplumunda da bir karşılığı elbette var. Olmasa üç kez üst üste genel seçimleri kazanamazdı. Yenilenmiş (!) partisiyle 1998’de başbakanlığa geldi. Macaristan’ın iş başına gelmiş en genç başbakanı oldu. Beş çocuklu bir politikacı. İdamın geri getirilmesini, medyanın sürekli denetlenmesi gerektiğini savunuyor. Yani AB’nin karşı olduğunu söylediği ne varsa hepsini savunan biri Orban.

Dönüşümü yavaş yavaş gerçekleştirdiği için de Erdoğan ile Putin’e benzetiliyor. Ilımlı sağcı olan partisini daha da keskin bir sağcı çizgiye çekmesi, kentleri daha da muhafazakarlaştırması “başarılarından” sadece ikisi.

Bu görüşlerinin geniş kitlelerce kabul görmesinin altında ülkesinin içinde bulunduğu kriz ortamını her sağcı, popülist politikacı gibi “siyasi bir fırsata” dönüştürmesi yatıyor. Macaristan’ın ekonomik büyüme hızı kendisine benzeyen Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi ülkelerin gerisinde. 2008’de küresel çapta yaşanan kriz sonrası dört yıl içinde ekonomisi yüzde 5.6 oranında küçüldü. Böylesi bir ortam her tür milliyetçi hezeyanı kolayca kabul edilebilecek kitleler yaratır. Orban bu nedenle “başarılı” olmuş bir politikacı.

Demokrasiden, batı tarzı demokrasiden hoşlanmıyor görüldüğü gibi. Ne olacak peki gelecekte. İki yıl önce AB tarafından hazırlanan bir rapora bakılırsa Macaristan, yani Orbandemokrasi” içinde kalacak. Ama bu “demokrasi” deniyor raporda, “Rusya, Çin, Singapur, Türkiye tarzı bir demokrasi” olacak

Başucundan ayırmadığı tek kitap İncil. Şu sıralar okuyup etkisinde kaldığı kitap ise Ian Pearson’un “You Tomorrow” adlı kitabı. “Çılgın bir kitap bu” diyor. “Gelecek 30 yılı anlatıyor, dünyamızın hızla gittiği o noktayı” diyerek belirtiyor önemini bu kitabın.

Avrupa komünizminin yıkılmasında büyük rolü var. Belki de bu nedenle dünyada sosyalizmin yıkılmasında birinci derece rol oynayan ABD eski Başkanı Ronald Reagan ile iki Almanya’yı “birleştiren” Almanya eski Başbakanı Helmut Kohl hayranı. Çok seviyor bu ikisini. “Macaristan’a demokrasi, Kohl’ün Berlin Duvarı’nı yıkmasıyla geldi” diyor. Şimdi kurtulmayı istediği demokrasiden söz ediyor. Pek bir tuhaf.

Şiddete yatkın bir babanın oğlu. “Ben bir köy çocuğuyum” demesi aslında kendisine yönelik bir övgü. “Kültürlü bir backround’um yok. Her zaman şizofrenik bir eğilimim olmuştur. Kendimi sürekli dışarıda tutulmuş görmeye uygun bir yapım var. Ve daima merhametsizim ve hep kendim oldum” diye söz ediyor kendinden.

Bir sağcıdan beklenmeyecek kadar da açık sözlü görüldüğü gibi. Biz biliriz de, “merhametsiz” olduğunu söylemez sağcıların hiç biri bu açıklıkla. Bizimkiler elbette Orban’dan falan çok farklı. Bizimkiler “Yaratılanı severler, yaratandan ötürü”.

Kaynak: Birgun.net