BERKANT GÜLTEKİN / [email protected]

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ateş Uslu ile halifeliğin anlamını, ortadan kaldırılmasına giden süreci ve bugünkü halifelik tartışmalarını konuştuk.

Hilafete son verilmesi Türkiye'nin "laik ve modern" bir yapıya ulaşması açısından kritik bir aşama olarak görülüyor. Yeni fikirlerin gelişim sürecini kısaca anlatabilir misiniz?

Pek çok büyük tarihsel dönüşüm süreci gibi erken cumhuriyet dönemi laikleşme hamlesi de yoktan var edilmemiş, tarihsel temeller üzerine yükselmiştir. On dokuzuncu yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nde ordu, idare, hukuk, eğitim ve başka pek çok alanda gerçekleşen reformlar, dini merkeze almayan (bir yandan da onu dışlamayan) anlayış ve kuralların bu alanlarda yerleşiklik kazanmasına zemin hazırlamıştı. Geç dönem Osmanlı siyaseti, Cumhuriyet döneminde anlaşıldığı şekliyle “laik” değildi, ancak laikliğin içerdiği dünyevileşme boyutu bu dönemde gelişme göstermişti.

Hilafetin bu süreçteki rolü ne olmuştu?

Günümüzde sanıldığının aksine, Osmanlı siyasal yaşamı içinde hilafet kurumunun belirleyici bir önemi yoktu. Hilafet ünvanı Osmanlı padişahları tarafından sistemli olarak kullanılmamıştı. Yavuz Sultan Selim’in 1516’da hilafeti devraldığı yönündeki yaygın anlatı bile ciddi hatalar içermektedir. Kimi dönemlerde (örneğin on sekizinci yüzyıl sonlarında ya da II. Abdülhamit döneminde) hilafeti kullanarak dış politikada prestij elde etme ya da iç politikada çatırdayan hegemonyayı tesis etme çabaları ortaya çıksa da, Osmanlı sultanları ruhani lider ve hükümdar vasıflarını bir araya toplamamışlardır.

Türkiye'de o dönemde aydınlanma yanlıları ve hilafet taraftarları arasındaki siyasal çekişmenin günümüze de -farklı biçimlerde de olsa- sirayet ettiğini düşünüyor musunuz?

Hilafet konusu 2010’lu yıllarda iki konuyla bağlantılı olarak gündeme geliyor: Güçlü yürütme/başkanlık sistemi tartışmaları ve “bölgesel güç” tartışmaları. Hilafet, çoğu zaman dinsel otorite ve siyasal iktidarın sınırsız yetkilerini üzerinde toplayan bir tür “mutlak yönetim” olarak anlaşılıyor. Oysa hilafet çokça sanıldığının aksine sınırsız güç bahşeden bir makam değildi; İslam siyasal metinlerinde halifeye çok çeşitli hukuki ve ahlaki kısıtlamalar getiriliyordu. Ancak hayallerin ve idealize edilmiş kavramların (özellikle de hilafet gibi dinsel boyutlar taşıdıkları takdirde) kitleleri mobilize etme potansiyelleri bulunuyor. Dolayısıyla ilerleyen dönemde tarihsel içeriğinden tamamen boşaltılmış bir hilafet tanımı üzerinden bir hegemonik söylemin geniş kitleler tarafından benimsenmesi mümkün.

‘Laiklik kavramı artık dünden daha önemli’

Tunceli Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yavuz Çobanoğlu, laiklik ve toplum ilişkisi üzerine yönelttiğimiz soruları yanıtladı.

“Modern bir ulus” yaratmak için benimsenen laikliğin, bugüne değin, topluma nüfuz etmedeki başarısı ve başarısızlığı nasıl ifade edilebilir?

Dikkat edilirse, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Anadolu Hareketi ilk başlarda, yüzyıllardır cemaat ve tarikat örgütlenmesiyle var olan yapı ile uyumlu görünmek zorunda kaldı. İlk Meclis’e yörelerinin önde gelen tarikat ve cemaat önderleri çağırıldı. Fakat Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte, Batılı anlamda reformların yolu da açılmış oldu.

Genç Cumhuriyet, devletçilik ilkesine sarılmak ve sıkı malî politikalar uygulamak zorunda kaldı. Bu da halkta büyük hoşnutsuzluğa yol açtı. Aynı hoşnutsuzluk, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle sonuçlandı. DP, laiklik uygulamalarının karşısında olanların toplandığı bir merkez haline geldi ve Aydınlanma adına yapılan ne varsa bir bir ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

Bütün bunlara rağmen Cumhuriyet’in orta sınıflarda kendi ideolojisini yayma konusunda başarılı olduğu da söylenebilir. Özellikle şehirlerdeki aydın, memur ve genç kesimler üzerinde laiklik uygulamaları, tutunma zemini buldu ve bu bugün de devam ediyor. Kanımca Cumhuriyet’in kadına ve haklarına verdiği önem, özgürleştirici politikalar ve Batı modernleşmesinin sahiplenilmesi gibi etkenler bu tutunma zemininin en önemli nedenini oluşturuyor.

Postmodern dönemle birlikte “öze dönüş” tezleri etrafında laiklik yeni bir krize girdi. Geride bıraktığımız sürece bakınca; çoğulcu, tüm inançların/inançsızlıkların ve düşüncelerin güvende olduğu, kamusal alanda aklın öne çıktığı, bilimsel eğitimin etkin kılındığı, kadın erkek eşitliğinin sağlandığı bir toplumsal yapı için laikliğin sağlam şekilde tesis edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Kanımca bugün laiklik, dünden daha önemli bir kavram. Cumhuriyet ile elde edilen ve laikliğin çerçevelediği pek çok hak ve değer, günden güne ve gözlerimizin önünde ellerimizden kayıp gidiyor. Evet laiklik, dünden daha sağlam biçimde yeniden tesis edilmeli ama öncelikle bunun ilk deneyimde olduğu gibi yukarıdan değil, alttan ve kitlesel anlamda geniş toplum kesimlerinin ciddi bir talebi olarak gelmesi gerekiyor.

Türkiye uzunca bir zaman “eski tür” laiklik uygulamalarının tesiri altında kaldı. Bu uygulamaların olumsuz yanları, “mağdur” yaratmaktan, Şeriat’ın “daha iyi” olduğu hayaline inanan insan kitlelerini çoğaltmaktan başka işe yaramadı. Eğer bugün “yeni tarz” bir laiklik anlayışına ihtiyacımız varsa, ki var, bunun en başta özgürlükçü olması, sadece din düşmanlığına odaklanmaması, yeni bir ahlâk anlayışı üzerine kurulması, devleti din işlerine bulaştırmaması lazım ve esasen toplumsal uzlaşıyla ortaya çıkması lazım ama yine dönüp dolaşıp bu toplumun aslî sıkıntılarına, sorunlarına takılıyoruz.

Kaynak: Birgun.net