YAŞAR AYDIN

Türkiye son günlerde tarım ürünlerinin özellikle de hayvansal ürünlerin fiyatlarını konuşuyor. Tarım ülkesi olma iddiasını çoktan kaybeden Türkiye çözümü ithalatta arıyor. Tarımda yaşanan tahribatı Ziraat Mühendisi CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’la konuştuk.

Çok uzun süredir tarım ürünlerinin fiyatı aile ekonomisinin ana gündemi. Ama ülke tarımını çok uzun süredir konuşmuyoruz. Türkiye tarımda hangi noktaya geldi?

Dünya ölçeğinde uygulanan tarım programları küçük ve orta ölçekli işletmeleri tasfiye ediyor. Onların yerine çokuluslu tarım-gıda şirketleri tarafından dayatılan endüstriyel tarım ve sözleşmeli üreticilik modeli öne çıktı. Böylelikle hem çokuluslu şirketler tarafından üretilen/pazarlanan tohum, ilaç ve gübre gibi tarım girdilerine pazar yaratılmakta; hem de tarımda tekellerin hakimiyeti güçlendirildi.

Türkiye’de bu değişimden nasibini aldı. 1980’li yıllardan sonra tarımda neoliberal politikaların uygulanması ile bir dizi değişim ve dönüşüm süreci yaşandı. Devletin 1950-1980 yılları arasındaki tarımı destekleyen tavrı değişti; destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonlarından oluşan rolü küçültüldü. 1980-1988 yılları arasında köylülüğün göreli durumunun dramatik boyutlarda bozulduğu bir dönem oldu.

Köylünün “efendi” olduğu dönem bitti yani?

Hiçbir zaman tam anlamı ile efendi değildi. Ama 1980’li yıllardan başlayarak uygulanan politikalarla devlet-köylü ilişkisinin yerini sermaye-köylü ilişkisi almaya başladı. IMF-Dünya Bankası patentli programlar küçük üreticiliğin çözülme sürecini hızlandırdı. Küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, yerini tarım şirketlerine dayalı bir yapı almaya başladı.

IMF ve Dünya Bankası tarıma el koydu

AKP döneminde başka bir yıkım yaşandı sanırım. Dönüşüm daha mı hızlandı?

Aslında AKP iktidarından iki sene önce, 1 Ocak 2000’de başlatılan stand-by programıyla IMF ekonomiye ve tarıma el koydu. 2000’li yılların en kapsamlı yapısal dönüştürme programı Dünya Bankası aracılığıyla tarımda uygulandı. Bankanın hazırladığı Tarım Reformu Uygulama Projesi tarımda fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılarak doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesini, tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesini, bazı ürünlerde kota uygulamasını, bazılarında ise üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu. AKP bu projeyi harfiyen uyguladı. Tarım sektörü için oldukça yıkıcı sonuçlara yol açtı. Tarımda hızlı çözülme, kırdan kente göç, tarımdaki dağıtım, pazarlama ve ar-ge etkinliklerinin yerli ve yabancı tekellere devredilmesi projenin sonucu oldu.

Devlet elini çekti ve çöküş başladı diyebilir miyiz?

Tarımda koruma ve müdahale bir zorunluluktur. Aksi halde çiftçiler girdi satın alırken veya ürünlerini satarken, piyasa koşullarından dolayı çift yönlü sömürüye açıktır. 2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre, tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın en az yüzde 1’i olmak zorundadır. Ancak bu rakam yüzde 0,5-0,6 dolayında gerçekleşti.

Bir de buna tarımsal KİT’lerin tasfiyesi eklenince işler daha da kötüleşti. KİT’lerin boşalttığı alanlar yerli ve yabancı tekeller doldurdu. Çiftçi ürününü maliyetine bile satamazken, tüketiciler gıda için daha yüksek bedeller ödemek zorunda kaldı.

Bu süreçte Taskobirlik ve Kayısıbirlik tasfiye sürecine girdiler. Fiskobirlik ürün alamaz hale getirildi. Birçok birlik sanayi tesislerini kapattı, gayrimenkullerini sattı, çalışanlarını işten çıkardı. TSKB’lerin ortaklarından ürün alımları önemsenmeyecek seviyelere indi.

Filler tepişiyor küçük üretici eziliyor

Son günlerde en çok et ve süt fiyatları tartışılıyor. Üretici de tüketici de mutsuz. Sorunun kaynağı nedir?

1980 yılından bu yana Türkiye’de nüfusun yüzde 70’in üzerinde artmasına karşılık, toplam hayvan varlığının yüzde 37 düzeyinde geriledi. Nitekim canlı hayvan arzındaki yetersizlikten dolayı Türkiye 2010-2013 döneminde yaklaşık 3,5 milyar dolarlık canlı hayvan ve et ithal etmiştir. Bu dönemde yaklaşık 3,5 milyon baş canlı hayvan ithalatı yapılmış, karkas sığır eti ithalatı da 200 bin tona ulaştı. Öte yandan hayvansal ürünler ithalatı ile canlı hayvan ithalatı ve kaçakçılığı bir rant ve yolsuzluk kapısı haline getirilmiş, buradan nemalanan bir kesim yaratılmıştır.

Bu gelişmeleri görmeden fiyat artışını anlama şansımız yok sanırım?

Altı yıldan beri hayvancılıkta çok büyük bir kesimi ilgilendiren anaç sığırda hayvan başına desteği artırılmadı. Hayvansal üretimin temel girdisi olan yem bitkilerine verilen desteklerde de artış sağlanmadı. Süt üreticisinin kullandığı girdilerin (özellikle yem, ilaç, elektrik) maliyetleri sürekli olarak arttı. Ulusal Süt Konseyi’nin belirlediği çiğ süt referans fiyatı 1 Temmuz 2014’ten bu yana (yani 21 aydır) litre başına 1 lira 15 kuruş olarak devam ettiriliyor. Buna karşılık arz fazlalığı bahane edilerek bazı bölgelerde sanayicilerin çiğ süt fiyatını 70-80 kuruşa kadar düşürdükleri yönünde haberler var. Sütten para kazanamayan üretici, işletmesini ayakta tutamadığı için, anaç hayvanlarını kesime göndermeye başladı. Bakanlık Valiliklere süt ineklerinin kesilmemesi için talimat gönderiyor. Ancak üretici zarar ediyorsa, üretimini sürdüremiyorsa talimatla inek kesimi nasıl önlenecek?

Kırsal yerleşimler boşaldı

AKP iktidarı tarafından da sürdürülen politikalar sonucunda kırda/tarımda geçimini sağlayamayanlar kentlerin varoşlarına göçtüler. 2012 yılında il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı yüzde 77,3 iken, 6360 sayılı Kanun kapsamında 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulması ve büyükşehir statüsündeki 30 ilde belde ve köylerin ilçe belediyelerine mahalle olarak katılmasıyla 2013 yılında yüzde 91,3’e yükseldi. 6360 sayılı Kanun gereğince 30 Mart 2014’ten sonra mahalleye dönüşen 16 bini aşkın köyde köy tüzel kişiliğine ait tüm varlıklar belediyelere devredi. Tarım arazileri, meralar ve yaylaklar imara açıldı. Böylelikle tarımdan zaten kazanç sağlayamayan çiftçilerin ellerindeki araziyi satıp üretimden çekilmeleri için zemin hazırlandı.

Kaynak: Birgun.net