TÜRAY KÖSE

Deniz Baykal, yine rol çaldı. Ama alkışlar kendi partisinden değil, iktidardan geldi. “Bana seni kimin alkışladığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir atasözü var mı? Yok, ama olabilirmiş!...

Cemal Süreya, tam 29 yıl önce bir Deniz Baykal portresi yazmıştı. Portre yazılarının toplandığı 99 Yüz kitabının Deniz Baykal’lı sayfalarını birlikte çevirelim: “DP’ye karşı elbet; ama CHP’ye de karşı” , “Politikayı profesyonel bir uğraş, bir meslek olarak görür. İnsanlar için değil, durumlar arası düşünür. Popülisttir; elite karşı, bürokrasiye karşı , reel politikanın adamı. Düşünceden, ideallerden değil, güç dengelerinden çıkış yapar”. Aynı yazıdaki “Üç kişinin içinde ahbap, yüz kişi içinde yol gösterici, bin kişinin içinde hiç” saptaması not edilmeli. Ve, “Köksüz, ama sürekli bir veliahd duygusu içinde. Tam denge yitimi noktasında ‘dayılanma’ eğilimi bu duygunun sonucudur (...) CHP’ye karşı bir CHP’liydi. Bülent Ecevit’in ‘karşısında’ kimi zaman direnmeyi , eleştiri gibi gösterirdi. Şimdilerdeyse, Erdal İnönü’nün ‘önünde’ eleştiriyi direnme olarak gerçekleştirmek ister gibi. Bu da onu SHP’nin ‘dışında’ bir SHP’li durumuna getirebilir” sözleri de...

Aynı yazıda “Göründüğü zaman görsel..Saçları alnına düşer. Kennedy (bir Halk Cumhuriyeti Kennedy’si) çağrışımı” ifadeleri ve “kişiliğine, hatta kişiselliğine yaslandığı” vurgusu da vardı. Bir zamanlar Ayşe Arman’a verdiği röportajın başlığı “Saçlarım defne kokar” mıydı? Ve, adı hep “hizipçilik”le anılmadı mı?

İki kere “gitti”, daha doğrusu gitmek zorunda kaldı. 1999 seçimlerinde CHP barajın altında kalınca istifa etti, 14 ay sonra geri döndü. 2010’da bu kez kaset olayından sonra ikinci kez istifa etti. Genel başkanlığı kaybetti, ama siyasetten çekilmedi. (Oysa, olayın kadın kahramanının siyaset hayatı bitti, görünmez oldu. Hatta, iki ay sonra Meclis’te karşılaştıklarında Baykal’ın kendisini görmezden geldiği de unutulmadı) Ama gözü hep arkada kaldı, tahtı kendi hakkı gören “veliahd” duygusunu hep korudu. Cemal Süreya’nın yazdığı portresinin birçok cümlesini bunca yıl sonra da doğrulanmaya devam ediyor.

“Robot kamera” şartından “lüferli, suşili” görüşmelere

Cemal Süreya’nın bıraktığı yerden devam edersek; “şimdilerde” Baykal “durumlar arası düşünüp, dayılanarak” yine sahalarda. 7 Haziran seçimlerinden sonra partisi “Cumhurbaşkanlığı meşruiyetini yitirdi” derken, o “rol çalıp” Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmekte beis görmedi. “Ak Saray’da değil, Dışışleri Konutu’nda” görüşüp, kendi tabanına bir selam gönderdi ama bu selamı pek kimse almadı. Üstelik tam da koalisyon senaryoları konuşulurken, Erdoğan’a yeniden “rol verdi”. Ne de olsa, bir hukukları vardı! 13 yıl önce boğazda başbaşa görüşüp “lüfer” yemişlerdi. Zülfü Livaneli, Ankara’da Mehmet Sevigen’in evindeki bir buluşmayı aktarırken şöyle yazıyordu:

“Gül Başbakandı, Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Erdoğan’ın ‘milletvekili olmadan başbakan olma’ önerisini reddetmişti. Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz ‘Erdoğan başbakan olacak!’ diye tutturdunuz. Sizi ‘Çok tehlikeli bir oyun bu!’ diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, ‘Hayır!’ dediniz ‘İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz’.”

Livaneli, o görüşmede Beylerbeyi’nde yapılan görüşmeden haberi olmadığının altını çizerken, “Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi?” diye soruyordu. Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması ve bu yasağının bir anayasa değişikliğiyle kaldırılması ilkesel olarak karşı çıkılacak bir durum değil. Ancak, arkasında bir pazarlık varsa o ayrı bir konu. Baykal, “şeffaflığı” pek sever ya, bu konuda da şeffaflık beklenmesi doğal. Ne de olsa, 2009 yılında “Başbakan” Tayyip Erdoğan “demokratik açılım”ı konuşmak için kendisiyle görüşmek istediğinde şeffaflık istemiş ve “kamera şartı” koymuştu. Görüşmenin “robot kameralarla kaydedilebileceği”ne kadar bir dizi ayrıntıya girmişti! Erdoğan, bu şartı “ahlaksızlık” kabul edip görüşmeye gitmedi. “Robot kamera çekimli şeffaf görüşme” tanığı olmaktan mahrum kaldık...(Baykal’ın başka “tartışmalı randevuları” da vardı. Bir zamanlar Melih Gökçek’le bir park açılışı yapıp, sonra da bir sushi restoranında buluşması az tartışılmamıştı.)

“En erken doğan üye ”rol çalıyor!

Baykal, 7 Haziran sonrasında da hep parti yönetimini açığa düşüren, rol çalan ve hatta Erdoğan’a “rol veren” bir yol izledi. Anayasa gereği “en yaşlı üye” sıfatıyla TBMM’yi açtı. Ancak, bir parantez açıp, bu sıfatı pek kolay hazmedemediğini ekleyelim. “Seçilmiş milletvekilleri arasında en erken doğmuş üye” denmesini istedi. TBMM Başkan adaylığı da, parti yönetimine “emrivaki”ydi...Üstelik, sonuç getirmeyen bir “emrivaki”...

Her ne kadar “genel başkanlık” hayalleri kuramayacak durumda olsa da bir ara dönemde “Deniz abi” formülü gündeme gelebilir mi diye aklından geçirmediğini herhalde kimse söyleyemez. Ama “yol haritası” çok manidar. Önce bazı Ankara temsilcileri ile bir araya gelmesi, arkasından CNN Türk yayınına katılarak verdiği mesajlar CHP’de o bitmez tükenmez “veliahd duygusu”na karşı bıkkınlığı ve “yine mi?” itirazını yükseltti. Ankara temsilcileriyle yaptığı görüşmede “Sorun partiyi kimin yöneteceği değil, ideolojik duruş” diyordu. Ancak kısa süre sonra “Kılıçdaroğlu artık geride kalmalı. Bu kafayla CHP’nin düşüş yaşayacağı ortada” sözleriyle liderlik tartışması açtı. İstediği olağanüstü bir kurultay için imza toplanması falan değil. Kılıçdaroğlu’nu resmen istifaya çağırıyor, bıraksın ve kurultayı toplasın istiyor. Olmazsa; pek yakında “tüzük, program kurultayı seçimli olsun”, “olağanüstü kurultay için imza toplanıyor” haberleri okumaya başlayabiliriz...

Bir zamanlar “Kürt raporu” yazan Baykal!

Gelelim, “Azez - Halep hattını açık tutmak için Türkiye’nin bombalama hakkı vardır’’ sözlerine. Bu sözlere AKP grubundan alkışlar, CHP’den ise büyük tepkiler geldi. Baykal’ın Kürt sorununa yaklaşımı genel olarak “resmi söyleme” uygun ve “devlet çizgisi”nde. SHP listelerinden TBMM’ye giren 6 milletvekilinin 1989’da Paris’teki Kürt Konferansı’na katıldıkları için partiden ihracında dönemin genel sekreteri Baykal’ın katkısı büyüktü. Aynı Baykal, SHP’nin ünlü 1990 Kürt raporunu yazanlardan. Hani anadilde eğitim ve Kürt Enstitüsü kurulması gibi isteklerin yer aldığı.

Bunları yazan Baykal, daha sonra ülkenin Doğu ve Güneydoğu’suna gözlerini kapattı. Suriye konusundaki son açıklamalarıyla da “bomba”sını patlattı. Sıfatlarına “milli ana muhalif”i de ekledi...

Deniz Baykal, Cemal Süreya’yı doğrulamaya devam ediyor. O “veliahd duygusu”ndan kurtulamıyor. “En erken doğmuş üye” olarak yaşı 78 olsa bile...

* Bir Gün Bir Konuk köşesi Zeynep Altıok Akatlı editörlüğünde hazırlanmaktadır.

Kaynak: Birgun.net