ONUR EREM

Britanyalı yazar ve aktivist Tarık Ali, BirGün’deki söyleşimiz nedeniyle hakkımda dava açılmasının ardından Türkiye’deki basın özgürlüğü ve baskı politikaları hakkında açıklamalarda bulundu. BirGün’e konuşan Ali, İngiltere’deki siyasetçilere çok daha ağır eleştiriler yöneltmesine rağmen kendisine soruşturma bile açılmadığını, Türkiye’de “Gücün sarhoş ettiği ve sürekli daha despotça davranan bir siyasetçi tarafından yönetilmesine izin verilen üniformasız bir otoriter rejim” bulunduğunu söyledi ve bu baskıların Gezi benzeri bir isyan tetiklemesinin kaçınılmaz kıldığını anlattı:

>> Başbakan Davutoğlu “basın özgürlüğü kırmızı çizgimdir” dese de basına açılan davalar hızlanarak artıyor. Bunun son örneklerinden biri de söyleşimize açılan dava oldu. Kendisine neden “soytarı” dediğinizi açıklayabilir misiniz?

“Soytarı” kelimesi yüzünden dava açan savcının gizlice bizim tarafımızda olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu dava, ülkenin dalga geçilecek bir durumda olduğunu ifşa ediyor. Diğer türlü bu kararın hiçbir anlamı yok.
Davutoğlu’na soytarı (joker) dedim çünkü kendisini ciddi bir siyasetçi olarak değil, aksine, kendisine verilen emirleri doğru düzgün yerine getiremeyen atanmış bir görevli olarak görüyorum. Ama Davutoğlu’nu, Ortaçağ’da Avrupa ve Asya’da önemli figürler olan saray soytarıları ile karıştırmayın. Çünkü saray soytarılarının ayırt edici özelliği, hükümdarlara gerçeği söyleyebilen ve gerektiğinde bunu mizahi bir şekilde yapabilen kişiler olmalarıydı. Saray soytarıları, diğer saraylıların söyleyemediği gerçekleri hükümdarlara söyler, bu yüzden hükümdarlar da gerçekleri cesurca söyleyebilen soytarılara ihtiyaç duyarlardı. Keşke Davutoğlu da bir saray soytarısı gibi davranabilseydi, bu Türkiye için çok daha iyi olurdu. Ama Türkiye’nin böyle bir şansı olmadı ve Başbakanı kimse tarafından ciddiye alınmıyor.

>>Hükümetin basına karşı yargılamalarda kullandığı bir diğer söylem de “Bu hakaretler Batı ülkelerinde de cezalandırılır” iddiası. Karşılaştırma yapmak için soruyorum, siz Birleşik Krallık’ta Başbakan David Cameron’a “soytarı” deseniz başınıza ne gelir?

Hiçbir şey. Ben kendisi hakkında çok daha ağır sözler de kullandım. Eski Başbakan Tony Blair da genellikle “yoz bir savaş suçlusu” olarak anılır. Birkaç yıl önce Blair güncelerini kitap olarak yayımladığında aktivistler kitapçılara gidip Blair’in güncelerini “kriminal romanlar” raflarına yerleştirmişti. Şu anda olağanüstü hal ile yönetilen Fransa’da bile gazeteler, örneğin Mediapart, Hollande/Valls yönetimini sert bir şekilde eleştirebiliyor.

>>Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “söyleşi yapılan kişinin söylediklerinden gazeteci değil, söyleyen kişi sorumludur” kararına rağmen Türkiye’de yargı bu kararı uygulamıyor. Siz, bir gazeteci olarak, yargının bu pratiğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunun amacı, söyleyecek bir şeyleri olan insanlarla söyleşi yapılmasını engellemektir. Gazetecilerin söyleşi yaparken iki kere düşünmesini istiyorlar. Dünyada buna karşı alınan çeşitli önlemler var. Örneğin The Times of London gazetesi eskiden gazetecilerin imzalarını yayımlamazdı. The Economist hâlâ yayımlamaz, yalnızca editör bilir kim olduğunu. Ama bu durumda da bütün sorumluluk editörlere kalıyor. Hükümetin tüm baskılarına ve gözdağlarına karşı durabilmeleri gerekir.

>> Bu uygulamayla gazetecilerin eleştiri yapmamaları veya söyleşi yaptıkları kişilerin sözlerini sansürlemeleri bekleniyor. Siz, sözlerinizi sansürleyeceğini bildiğiniz bir gazeteciyle söyleşi yapar mıydınız?

Kesinlikle yapmazdım. Bu, zaman kaybından başka bir şey olmazdı. Ama burada da sansürü aşmanın yolları var. Örneğin ceza almayı engellemek için söyleşinin cevaplarını ben Facebook sayfamda veya Counterpunch’ta yayınlayabilirim. Siz de soruları gazetenizde yayımlayabilirsiniz, altına da “Cevapları şu sitede okuyun” yazabilirsiniz. Günümüz dünyasında bilgiyi engellemek kolay değil. Teknoloji bize çok yardımcı oldu.

Kaynak: Birgun.net