ALPER TAŞDELEN*

Kent Hakkı kavramı, günümüzde farklı kesimler tarafından kullanılmakta, anlamı değiştirilerek niteliksel olarak bir tür şemsiye kavrama dönüşmektedir. Kent Hakkını aceleci bir açıklama çabasına girmeden önce, tartışacağımız meselenin geleneksel hak kavramından oldukça uzakta durduğunu baştan söylemek gerekir. Kent Hakkı kavramı ilk kez Fransız mekan kuramcısı Henri Lefebvre tarafından kullanılmaya başlanmış, 1968 Paris hareketinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Lefebvre, kapitalist üretim ilişkilerinin kentleri birer meta haline getirdiğini söylemektedir. Başka bir deyişle, mevcut sistemin artık kentleri de kullanım değeri yerine değişim değeri olan birer metadan ibaret kıldığı görülmektedir. Bahsedeceğimiz kent hakkı tam da bu noktada, neo-liberal politikalarla şekillenen kente karşı kentsel hayattan mahrum bırakılanların devrimci ve radikal bir talebi şeklinde ifade edilebilir. Lefebvre, Kent Hakkı’nın basit bir ziyaret hakkı ya da geleneksel kente geri dönüş olarak düşünülemeyeceğini söylemektedir. Ona göre Kent Hakkı, kentte yaşayan dezavantajlı grupların koşullarının iyileştirilmesi ya da bütünüyle kente dahil edilmesi değildir. Kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şey, kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Yani bireysel değil, ortak bir haktır. [1]

Lefebvre’in tanımlamasından yola çıkarak, bu hakkın reformist bir talepten daha öte bir anlam ifade ettiği açıkça görülmektedir. Kent Hakkı’nı Lefebvre’in öngördüğü biçimde tartışırken örgütlülük ve katılım esaslarının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çünkü Kent Hakkı her şeyden öte çoğul hak taleplerinin ötesinde, kolektif bir haktır. Kısmi bazı talepleri içermekle beraber onu kısıtlamak, içeriğini doğru yorumlayamamak anlamına gelecektir. Katılımcılık anlamında ise Lefebvre temsili demokrasidense katılımcı demokrasiyi ön planda tutmuş, şehrin kullanımına, üretimine ve yeniden üretimine dair nihai söz sahibi öznelerin vatandaşlar olduğunu belirtmiştir. Ancak günümüzde kentlerle ilgili kararlar alınırken, kentlerin asıl sahiplerinin karar alma süreçlerinde ne kadar söz sahibi olduğu tartışmalıdır. Küresel sermayeye kurban giden kent politikaları, rant odaklı projeler için üretilmekte, mekanların kamusal nitelikleri göz ardı edilmektedir.

21.yüzyılda Dünya’da farklı coğrafyalarda patlak veren kentsel-toplumsal hareketler –bizdeki gezi direnişi gibi- kent hakkı tartışmalarından bağımsız düşünülemez. Bugün “nasıl bir kent istiyoruz?” sorusunun cevabı kolektif mücadele araçlarıyla verilecekse ilk başta bu kentin asıl sahiplerinin, kent mekanını kullananlar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu noktada Harvey’nin sözlerine vurgu yapmak yerinde görünmektedir:[2] “Ne tür bir kent istediğimiz sorusu ne tür toplumsal bağlar, doğa ile ilişki, yaşam biçimleri, teknolojiler ve değerleri arzuladığımız sorusundan ayrılamaz” demektedir. Başka bir ifadeyle Harvey de kent hakkının kesin çizgileri olan bireysel haklardan öteye götürmüş, onun genel ve alternatif bir talep olma özelliğine vurgu yapmıştır. Daha adil ve yaşanılabilir bir kent için kent hakkı talebi önceliklidir. Ancak kökten bir değişim için gerekli olan şey, küresel düzeyde izlenecek olan mücadelelerle mümkün olabilir.

Bu ideolojik ve politik arka plandan hareketle Çankaya’da karar alma süreçlerine bütün yurttaşları ve örgütlü yapıları katıyor, diğer yandan ise kent rantını halkın kullanımına sunuyoruz. İhtiyacı olan bütün kesimlerle ortak projeler gerçekleştiriyoruz. Mahallelerde referandum yapıyor, park projelerinden kütüphane projelerine kadar her projeyi birlikte çiziyor ve uyguluyoruz. Türkiye’nin en büyük ve en çok muhtarlığın bulunduğu ilçede bütün muhtarlık binalarını yeniden yapıyoruz. Taksici esnafımızla geliştirdiğimiz proje ile bütün taksi duraklarını yeniliyoruz. 70 okulumuzu yenileyerek sağlıklı bir eğitim ortamı sağlıyor ve bütün okullarımızı en kısa zamanda yenileyeceğiz. Çocuklarımıza Dünya Klasikleri ve Bilim Serisi kitaplarını hazırlayıp, 300 bini aşkın dağıtım gerçekleştirdik. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda örnek bir eylem planı hazırladık. Türkiye’de ilk defa toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yaptığı çalışmayla mor bayrak alan belediye olduk. Kreşlerimizde toplumsal cinsiyet dersleri veriyoruz. Masalları cinsiyetçi söylemden arındırıyoruz. Engellilere en geniş istihdamı sağlayan belediyeyiz. Kent hakkını toplumun bütün dezavantajlı kesimlerini kapsayacak bir içerikte kurguluyor ve o çerçevede eylem planlarını yaşama geçiriyoruz.

Çankaya’nın her alanda yenilenmesi sürecini başlattıktan sonra bu süreci toplumsal özneleri ile birlikte gerçekleştiriyoruz. Kenttin hakkını o hakkı üretenlerle birlikte ve onların yararına kullanıyoruz. Türkiye’de kentlerin kaderi değişmelidir. Kentler özgürleşmelidir. Bu çerçevede mücadelemiz, ortaklaşmamız ve çabamız hız kesmeden devam edecek.

*Çankaya Belediye Başkanı
[1] Henri Lefebvre, “Kent Hakkı”, Eğitim, Bilim, Toplum, Cilt 9, Sayı 36, 2011, s. 140-152.
[2] David Harvey, “The Right to the City”, New Left Review, 2008, 53.

Kaynak: Birgun.net