Nereden baksak bir çürüme, kokuşmuşluk hali. İçerde, dışarda savaş. Memlekette turist parmakla sayılıyor. Okullar açılacak, eğitim sistemi diye bir şey yok. Patlayan bombalar, ölen canlar. Say babam say! Sanat sepete hiç bakmayalım, sanatçı için, mücadeleymiş, muhalif olmakmış nerdee! “Beni bu pislikten kurtaracak tek şey sanat,” diye bakıyor, gömmüş kafasını kendinden içre. Devlet Tiyatroları’nda bu sene yerli oyunlar oynanacakmış, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda atılan yirmi kişiden on ikisi geri alınmış, neye göre atıldılar, diğerleri alınır mı, ben ne yapabilirim falan umrunda değil. Arkadaş sanat yapıyor! İçre; içte, içinde, içinde olan, içinde bulunan, içine doğru, arasında, vaktinde gibi anlamları bulunan eski bir zarf. Kendinden içre olan; deve kuşu gibi toprağa gömmüş kafasını anlamında. Bi bak etrafına, bi çık kendinden... Yok.

Vatandaş olup bitenler karşısında şaşkın şaşkaloz, en iyi yaptığı muhalefet yöntemi televizyon karşısında küfür etmek, tweetlere yanıt atmak. Ne zaman şarj oldular kimse anımsamasa da deşarj olmakta sıkıntıları yok. Cumhurbaşkanı, Dünya liderleriyle G20 zirvesinde ‘güçlü ittifak’ rolleri oynuyor. Görüntülere baksanız tüm liderler her an birbirlerinden makas (işaret ve orta parmakla yanağın hafifçe sıkıştırılması!) alacaklarmış gibiler!

Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’ romanında, Puşkin’den alıntı bir epigraf var, sanki bunları anlatıyor;

“Kaç kişi bunlar, yolları ne yana, / neden şarkıları bu kadar acıklı. / umacıyı mı toprağa veriyorlar ? / cadıyı mı everiyorlar yoksa ?”

Belli değil. Liderler ne yapıyor? Şöyle anlatsam yeridir; Bir gün başbakan ve muhalefet partisinin lideri aynı helikopterde seyahat ederken dalmışlar muhabbete... Muhalefet partisi lideri demiş ki; “Ben buradan 30 milyon lira atsam 30 kişiyi sevindiririm.” Başbakan karşılığını vermiş; “Ben buradan 50 milyon lira atsam 50 kişi sevinir.” Bunları duyan pilot da şöyle demiş; “Ben buradan ikinizi atsam 70 milyon birden sevinir!..”

Anlaşılacağı üzere bu bir fıkra, malumunuz kimseyi uçaktan atma gibi bir çözüm önerimiz yok.

Zygmunt Bauman “ağaçların arasına girdiğinizde orman görünmez,” der. Ormanın ya da aynı şekilde okyanusun fotoğrafını çekemezsiniz, çünkü kadraja sığmaz. Fotoğrafçı yaratıcığıyla aşar bunu, kendinden içre kapanarak değil. Böylesine teşhirin yoğun olduğu bir çağda yaşayan, görüntü kirliliğine tükenmez bir biçimde muhatap olan, görünürlüğü temel yaşam kaygısı haline getiren sanatçının/fotoğrafçının kendini çoğaltmasından değil, olsa olsa yalnızlığından bahsedebiliriz. Varlık ile yokluğun göreli olduğu, zıtlıkların aynılaştığı, farklılıkların ortadan kalktığı herşeyin sıradanlaştığı bir çağ. “Düşünceler değiştirilmek için vardır...” “Alışkanlıklar her türlü güzelliğin düşmanıdır...” (Mehmet Eroğlu-Adını Unutan Adam) “...hani şu derya içre olup da deryayı bilmeyen balıkdan da tuhaf.” (sın)* der ya Nazım. Öyleyse sanatçı için temel sorun, çağının gereklerine ayak uydurup sıradanlaşacak mı, yoksa bakış açısı ile çağa eleştirel ve şüpheci bir biçimde bakabilecek ve yaklaşabilecek mi? Yönlendirilmiş verili bir bakışa teslim olmakla değil, sanatçı çağına farklı bir gözle baktığı ve gördüğü oranda kendisini ortaya çıkaracaktır. Yoksa ona göz denmez, budak deliğidir o! İşte o zaman orman içinde yalnız bir ağaç da olsak, kalabalıklar içinde yapayalnız bir insan da, herkesten daha çok var oluruz.
Edebiyatımızın ve devrimci mücadelenin büyük kaybı Vedat Türkali’nin, “Birgün Tek Başına” romanında dediği gibi;

“Demek iş gözlerde. Apaçık baktılar mı, hele bir şey soruyormuş gibi baktılar mı tamam… O zaman arkasını dönse de bakar, öteki odaya gitse yine bakar.”
(*) yazarın notu.

Kaynak: Birgun.net