DENİZ POYRAZ

Çıktığı vakit okudum Zira’yı. Araya bir sürü roman, öykü, şiir, bir sürü gece bir sürü sabah girdi sonra. Gel gör ki bu küçük öykü demetini unutamadım. Ethem Baran, edebiyatın her şeyden önce bir dil yaratma meselesi olduğunu düşünen, ama kurguyu da asla es geçmeyen benim gibi bir okuru can evinden vurmuştu bir kere. Mesele ettiği -insan, tabiat, taşra, kent -her ne ise ondaki hikâyeyi bulup çıkarmadaki sezgisiyle, söyleyişindeki duruluk ve özgünlükle aklımın bir köşesinde kaldı hep. Yakamı bırakmayan, yazmasam bundan sonra yazacağım her yazıda bir huzursuzluk duyacağımı hissettiren öykülerin toplamı oldu çıktı Zira.

Bir At Bindim Başı Yok kitaptaki ilk öykü. Bir bakışıyla köyü sil baştan çizen Ali Ağa’nın, sonra atının öyküsü bu, bir köy meseli. Ali Ağa ve atının şahsında köylünün meselesi. Öyle ya, bir dünya ne kadar küçükse, orada yaşayanlar da o denli benzer birbirine. Ali Ağa’lar gider, hikâye kalır köylüye.

Düşleri Fettan Güzel’de ise adım adım uyanır taşra, her taşı yeni hikâyeye gebe. Köyün, toprağın ve bir de pencerede uyuyan taze kar’ın bir uyanışı var, öykünün adından güzel. Uyanıp insanın içindeki leke düşünce karın temizine, sessizliğin kıymeti bilinir mi artık, bitmez mi rüya? En soluksuz anda elini omzuna kor da teselli eder yazar: Kar bu, bir daha yağar...

Yukarıda Zira’nın dil marifetine değinmiştim bir nebze; imgeler, eğretilemeler de tastamam şiirsel. Kitaptaki en uzun öykü Kıymet’te şiirli söyleyişe bir de şair ekleniyor. Yazar, bir büyük şairin şiirine bir güzel hikâye yakıştırıyor.

Ortada hiçbir neden yokken hayat durma noktasına gelir mi bir kasabada? Küçük harfle başlayıp noktasız biten bir öykü ile daha güzel ne anlatılabilir ki başka? Ortada Hiçbir Neden Yokken türküsünü yitirenlerin, artık hikâye anlatmayan insanların hikâyesi.

Öteki İlgililer görünüşte emekli bir öğretmenin öyküsü. Sonra, kasabaların, kentlerin, son yirmi senede esnafından memuruna, ahlâk anlayışından inançlarına, değişen/değiştirilen, sil baştan yıkılmayan ama bir grup buyurganın tüm zevksizliğiyle baştan ayağa restore ettiği “Yeni Türkiye”nin öyküsü. Buyurganların başı da öyküde Başefendi diye anılan zat. Şu ağzından çıkar her söz kimilerince ayet sayılanı; bes bes belleneni, çarşı pazarda, kahvede, camide bas bas bağırılanı diyorum yahu, bilmişsinizdir. Kalabalık şehirlerde insanın her türlüsünün bini bir para ya, kafamız attığı an selamı sabahı kesiveririz böyleleriyle. Zaten alışmışızdır uçup giden ilişkilere. Peki, taşrada yaşayan emekli bir öğretmenin yerine koysak bir öykü aralığında kendimizi? Beraber büyüdüğümüz, bir vakitler yiyip içip gezip tozduğumuz insanların, selamı sabahı eksik etmediklerimizin içinden birer Başefendi’nin çıktığını görsek; kendi memleketimizde yaban, Allah’ın evinde dışlanmış, aşağılanmış hissetsek, ne yapardık? Söz konusu değişimin taşrada nasıl yaşandığını düşünmek için güzel bir öykü Öteki İlgililer.

Güzel Şeyler İşte, kütüphanelerden kitap edinip okuyan, her gittiğinde o tozlu raflara, camlı dolaplara bakıp henüz okumadığı binlerce kitap için huysuzlanan belki de son neslin öyküsü. Kütüphanecinin gözünde yetişmekte olan genç bir yazarın, yazarın gözünde koltuğuna imrendiği bir adamın, neticede yıllar sonra kesişen hayatların öyküsü. Ulus Postanesi Ankara’nın, Eve Gidecektim tek sayfaya sığdırılan koca bir nedensizliğin, Arabaşı keklikleri vurmakla kalmayı gökyüzünü de delen avcıların, Hz. Ali’nin çift başlı kılıcının öyküsü... Bir Ansiklopedi Maddesi Olarak Bizim Köy, Kralın Köyü ve Padişah Görmüş Köy öyküleri ise bir üçlemenin epey keyifli ve deneysel parçaları.

Söylenegelen çoğu köy öyküsü birbirine benzer biraz. Bir delisi olur köylerin bir sürü “yarım akıllısı”. Yazar ortaya bir mesele bırakır, iş bu mesele de köylünün “yarım aklını” yerinden oynatır. Ethem Baran Zira’da taşranın yabanıl büyüsünü, insanın trajikomik gerçeği ile birleştiriyor. Ne kör göze parmak tespitler ne aşırıya kaçan köy romantizmi. Baran’ın kalemi, köyün küçük evreninde bulduğu kuru dallarla insanlığın ortak dertlerine dokunuyor. Kötüyü söylerken ezbere, garibi anlatırken arabeske düşmüyor.

Sonuç olarak, atlanmaması gereken bir kitap var ortada. “Zira” şehrin bilindik, ruhsuz kalabalığını, ışıklı caddelerin yalan aydınlığını bir anlık unutmaya; koyakların boşluğunda, dere boylarının loşluğunda kaybolmaya niyetiniz varsa...

Kaynak: Birgun.net