Anlatılan o ki, Bozcaada’dan kalkan tekne uzun ve meşakkatli bir yolculuk sonrasında Yunanistan’ın Chalkidiki sahilinde, ıssız bir koya yanaşmıştı. Tahta bavullarıyla, hazırladıkları çıkınlarla tekneye binen yedi aile, çoluk çocuk Bozcaada’yı terk etmiş, artık yeni yurtlarında yeni bir yaşama adım atıyorlardı. Teknenin yanaştığı kıyılardan sonra 10 km kadar yürümek zorundaydılar. Sıtma baş göstermiş, her gün ne yazık ki başta çocuklar olmak üzere insanlar ölüyordu.

Vardıkları yerin o zamanki adı Karatepe’ydi. Yapılan mübadele anlaşması gereğince Karatepe’de yaşayan Türkler de ne yazık ki topraklarını, evlerini terk etmek zorunda kalmış, eşyalarının bir kısmını orada bırakarak Türkiye’ye Anadolu’nun çeşitli yerlerine dönmek zorunda kalmışlardı. 100’e yakın hane Karatepe’de boşaltıldı, Antalya’ya, Silivri’ye, Bursa’ya ve daha birçok yere göçtüler. Bu köye yerleşen Rumlar’dan sonra köyün adı Nea Tenedos oldu. Yani, Yeni Bozcaada.

1924’ün Mart’ı, binlerce insanın Türkiye’den Yunanistan’a, Yunanistan’dan da Türkiye’ye zorunlu göçüne tanıklık etmişti. Şimdi onlar iki kere yabancılaşan, akılları anayurtlarında kalan vatandaşlardı. Geldikleri yerden göçe zorlanan, vardıklardı yerde yabancılık çeken Rum ve Türk vatandaşlar...

•••
Bozcaada’da öğretmenlik yapan arkadaşımız Ahmet Erdoğan geçen yıllarda Nea Tenedos’tan Bozcaada’ya ziyarete gelen üç kişiyle tanışmıştı. Biz de Burcu ile geçen yıl köye bir ziyaret gerçekleştirip birkaç kişiyle tanışmıştık. Bu sene Nea Tenedos’a daha kalabalık gidip, güzel bir organizasyon yapmak niyetindeydik.

Nea Tenedos’ta yaşayan arkadaşlarımız başta Athanasia ve Maria ile irtibata geçtik. Bizi Nea Triglia (Yeni Trilye) yakınlarında karşılayıp, Nea Tenedos’taki aile evlerine götürdüler. Akşam saat geç olmasına karşın uzun bir sofrada bizleri karşıladılar. Karavanlarımızı bahçelerine aldılar. Ev yapımı şaraplar, el açması hamurişleri, börekler ve sıcakkanlı muhabbetleri ile yeni insanlarla tanışıyorduk. 92 yıllık acı bir hikâyenin içerisinde olduğumuz, acıların hâlâ taze olduğunun farkındaydık.

Bu bölgede Nea Tenedos gibi birçok yer var. Özellikle mübadele zamanında oluşan köyler bunlar. Nea Triglia, Trilye’den göçen Rumlar’ın kurduğu bir yer. Nea Moudania (Mudanya), Nea Marmaras (Marmara Adası) gibi. Örneğin Petralona köyü de Doğu Karadenizli Rumların kurduğu bir köy. Her akşam kemençe sesi duymanız mümkün...

Aslında kafamızda soru işaretleri vardı. Pek tanımadığımız insanlar, evlerine misafir oluşumuz, üç kuşak sonrası olsalar da bir acı hikâyenin yaşayanlarıyla beraberdik. Fakat gece çok sıcak karşılanmıştık. Athanasia çat pat Türkçe biliyordu ama diğer insanların bazıları İngilizce, bazılarıysa sadece Yunanca biliyordu. Anlaştık ama. Hiç zor olmadı. Rita anne devamlı bizi yedirmeye çalıştı, tıpkı kendi annelerimiz gibiydi. Angelos devamlı espriler yapıp yüksek sesle gülüyordu, ya amcamız ya da dayımız gibiydi. Bu mutluluk içinde yeni güne uyanmak için uyuduk gitti.

Ege’nin iki yakasının karşılıklı yaşadığı göçlerden bir tanesiydi sadece bu.

Athanasia ve Maria ile iki gün boyunca gezdiğimiz yerleri size haftaya anlatacağım. Şimdi köyden, bu insanların hayatlarından, 92 yıl önce gerçekleşen bir olay neticesinde bugün bir araya gelişimizden bahsetmek istiyorum.

•••

Bir yerde öğle frappesi içmek için durduk. Athanasia anlatmaya devam etti, “O dönem Bozcaada’dan gelen her aileye devlet buradan birer dönüm yer ve içerisine de bir ev yapma hakkı vermiş. Bir süre sonra evlerin arasında birer dönüm mesafe olunca buradaki insanlar buna itiraz edip haklarını 500 metrekareye düşürtmüşler. Eh, bugün biraz pişmanlar büyüklerinin bu kararlarından ötürü. Ayrıca her aileye Bozcaada’da bildikleri iş olan bağcılığı burada da yapmaları için üzüm bağı verilmiş. Ama toprak ve iklim uymadığı için bağcılık yapamamışlar. Sonra bağlar sökülmüş ve birkaç yıl sonra zeytin fidesi dağıtılmış ailelere. Şimdi köy zeytin ağaçlarıyla dolu ve hepsi yurt dışına ihraç ediliyor. Bölgenin en iyi iri (kalamata) ve yağlık zeytini burada yetişiyor” diyor.

Kahve sonrasında arkadaşlarımızın arabasına bindik. İki araba Nea Tenedos, Nea Triglia ve Nea Moudania arasında dolaşıyorduk. “Şimdi sizi bir yere götüreceğiz” dediklerinde hiçbirimiz gideceğimiz yer hakkında fikir yürütemiyordu. Çok güzel bir kumsal ve kıyısına kurulmuş bir binanın arkasına araçlarımızı park ettik. Sahile yürüdük. Uzunca bir sahil, kıyısında birkaç ağaç ve denize giren emekliler vardı. Acaba denize gireceğimiz bir koy muydu burası?

Söz Athanasia’daydı. “İşte” dedi, “Anlatılanlara göre Bozcaada’dan yola çıkan teknenin 1924 yılında, yedi aileyle birlikte yanaştığı kıyılar burası.” Boş bir sahil bir anda anlamlı hale gelmişti. Daha önce hiç görmediğim ama olabileceğini hayal ettiğim siyah beyaz fotoğraflar gözümün önünden geçiyordu. Nereden baksan yedi aile, en az 20 kişi demekti. Tahta bavullar, çıkınlar, yorgun bedenler, çocuklar... Ege’nin iki yakasının karşılıklı yaşadığı göçlerden bir tanesiydi sadece bu.

Ahmet, denize girdi ve fotoğraf makinesiyle sahilin ve binanın fotoğrafını çekti. Binaya “Magazara” dendiğini söyledi Maria. Yani büyük ve gösterişli bina anlamına geliyormuş. Magazara; Bozcaada’dan göçen ailelerin hüzünle ulaştığı ilk kıyılar.

Kaynak: Birgun.net