İnsan bazen söyleyemediği sözleri biriktirir. Söyleyemediğim sözlerimi biriktiriyorum bir süredir. Her gün bir yenisi ekleniyor bu sözlere. İçim dışım kelimeler.

Geçtiğimiz günlerde Vedat Türkali’yi yitirdik. Kelimelerinin peşinden koşmuşluğumuz vardır. Yazdıklarını okurken, yaşarsınız da. Tarihin içinde bir sayfa açar. Siz içine girersiniz, orada nefes alırsınız. Suya dalıp çıkmış gibi olursunuz bittiğinde kitapları. Bizi anlatır yazdıklarında. Başka bir dünya umudu peşinde koşanları.

İnsan bazen söyleyemediği sözleri biriktirir. Biriktirmiş olmak için değil, söyleyemediği için. Kelimeler dudaklarını yaktığı için. İstanbul şiirinde Türkali, “Kardeşlerinin acısıyla yanan bir çift gözün vardır” diye seslenir, “dudaklarını yakan bir çift sözün vardır/ söylenmez”. Söz bitmemiş, birikmiştir.

Dudaklarımız yanıyor. Kelimelere susamış dudaklarımız. Nasıl yanmasın ki. Acı ve ölüm kol geziyor sokaklarda.

Acıları biriktiriyoruz hep beraber. Ölümleri biriktiriyoruz. Bir haftadan bir haftaya yeni bir gündem kendini dayatıyor bize. Hem de ağırlığı yıllar boyu sürecek bir gündem. Bir kaç günde tüketiveriyoruz hep beraber.

Değil iş güvencesi, can güvenliği bile yok. Toplum büyük bir kâbusun içinde.

Mesela geçtiğimiz günlerde bir Kanun Hükmünde Kararname ile binlerce kamu çalışanı meslekten çıkartıldı. Yargı kararına bile gerek duyulmadan yapıldı bu.

Nedeni 15 Temmuz tarihinde yaşanan darbe girişimi sonrasında açığa çıkan bazı gerçekler. Nedir bu gerçekler?

Türkiye kendisine “Hizmet Hareketi” adı veren din temelli bir çıkar örgütü tarafından tüm kurumları ile içten içe çökertilmiş. Öyle ki bu hareket Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde darbe yapmaya kalkışabilecek kadar örgütlü bir güç haline gelmiş. Söz konusu örgütün 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında Türkiye sağına, “rejimin yeniden tesisine” katkısı büyük olduğu tartışmasız bir gerçek. Dershaneler, yurtlar, evler, çalınan sınav soruları. Hepsi devlet gözetiminde, hükümetlerin teşviği ile yapılmış, örgütlenmiş.

Bu hareket düne kadar toplumun yeniden dizayn edilmesinde çok önemli bir rol oynadı. ABD soslu piyasacı Türk-İslam ülküsü bir oya gibi toplumun zihnine işlendi. Aynı zamanda başkalarının hakkını, hukukunu hiçe sayan, kendi çıkarı için herkesi satabilecek, insanların inançlarını sömürmek konusunda en ufak bir rahatsızlık duymayan, “kul hakkı” yemeyi kurduğu menfaat ağı üzerinden sistematik hale getiren bir güruh yaratılmış durumda. Sadece Türkiye değil, dünya genelinde kurulmuş bir ağ bu.

Hükümetin mücadele ettiğini söylediği örgüt kabaca bu. Peki bu örgütle mücadele adı altında hukuksuz bir biçimde yapılan uygulamalar bu amaca hizmet ediyor mu? Bu örgüt Türkiye’de siyasetin omurgasızlığının omurgası haline gelmişken, düne kadar kumpasından, hilesine her türlü işte hükümetlerle, mevcut siyasi iktidarla ortaklık kurmuşken, nasıl temizlenebilir?

Bu örgüt kendi kadrolarını saklarken, ömrünü emek, demokrasi, özgürlük, laiklik ve barış mücadelesine adamış akademisyenlerin, koca koca hocalarımızın, ekmeklerine göz dikilmesi nasıl kabul edilebilir?

Fırsat bu fırsat denilerek, barış talep eden akademisyenler bu karanlığın içine nasıl dâhil edilir?

20 yılı aşkın süredir beraber yol yürüdüğüm, sevgili dostum, hocam, çalışmalarını hayranlıkla takip ettiğim Hakan Koçak’ın okulunu kucağında bebesiyle, alkışlarla terk etmek zorunda bırakılması nasıl kabul edilir?

Aynur hocamızı, Gül hocamızı, Nilay hocamızı, Kuvvet hocamızı, Onur hocamızı, sevgili Yasin’i ve ismini sayamadığım onlarca hocamızı işten çıkarttılar. Hem de onları yıllarca mücadele ettikleri bir zihniyetle aynı torbaya koyarak.

Bu insanlarla bir oturun. Para, pul, menfaat lafı duymazsınız. Halk sağlığı, işçi sağlığı, kent hakkı, işsizlik, güvencesizlik, başka bir dünya umudu, emek mücadelesi ve barış. Bunlar vardır gündemlerinde. Türkiye sağı bu laflardan pek hoşlanmaz.

Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte örgütlenen karanlık, tüm ülkeyi gerek moral, gerek ahlaki açıdan çökertmiş durumda.

Türkiye sağı yarattığı karanlıkla övünebilir.

Edip Cansever, Ben Ruhi Bey adlı eserinde, bir çiçekçinin ağzından şöyle seslenir:

“Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor/Gövdem de ağırlaşıyor/Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz/…/Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz/Karanfiller ölürken/Karanfillerden bir deniz”

Kocaman bir demet karanfiliz şimdi. Karanfillerden bir deniz. Bizi yenemezsiniz!

Kaynak: Birgun.net