Mel Gibson’ı filmlerde neden daha çok göremiyoruz? Bunun cevabı basit. Kendisi Hollywood’un kara listesinde yer alıyor. 2006’da alkollü bir şekilde söylediği Yahudi karşıtı sözler dolayısıyla bu listeye girmiş oldu. Kimisi bu sözleri sarhoş bir adamın lafları, kimisi de ırkçı bir adamın düşünceleri olarak yorumladı. Ancak tüm bu agresif dışavurumun öncesi ve elbette ki temelleri var. Geniş Katolik bir ailenin 11 çocuğundan biri olarak New York ve Avusturalya’da büyüyen Mel Gibson’un ismi bile bir azizden geliyor. Konuyu biraz daha araştırınca her şeyin aslında Gibson’ın fanatik antisemitik olan babası ile başlıyor. Babası bazı röportajlarında Holokost hiç gerçekleşmedi, Yahudilerden oluşan mason bir grubun senaryosuydu, diyen birisi. Gibsonlar kendilerini Katolik Gelenekselciler olarak tanımlayan bir gruba dahil oldukları için bunlar pek de garipsenmeyecek açıklamalar. Amerika’daki Katolik nüfusu 69.5 milyon (2015), Mel Gibson’un dahil olduğu Gelenekselciler grubu ise 50 bin-100 bin kişi civarında ki aslında bunlar da aralarında daha radikal azınlık gruplara sahip. Kökten Katolik olan Mel Gibson seyirci nezdinde esas şimşekleri aslında 90’lardan beri kürtaj karşıtı söylemleri ile çekti diyebiliriz. Gerçi Hollywood’da Jack Nicholson dahil pek çok ünlü isim de bu düşüncede olduğunu açıklamıştı.

Gibson’ın zor günleri

Mel Gibson 2004-2010 yılları arasında hiçbir Hollywood yapımında yer almadı-alamadı. Gibson’ın dönüşü olarak düşünülen Edge of Darkness (2010) filmi ise hem olumsuz eleştiriler aldı, hem de gişede hüsrana uğradı. Ardından 2011’de Gibson’ın The Hangover 2’de ufak bir cameo rolü olacağı duyuruldu, ancak söylenen o ki diğer oyuncular buna karşı çıkarak kendisiyle çalışmak istemediklerini söylediler. Sonrasında değişik bir yapım olan ve arkadaşı Jodie Foster’ın yönetmenliğini üstlendiği The Beaver’da rol aldı. Bu filminin ardından da özel hayatıyla ilgili sert tartışmalar yaşandı. Daha sonra yakın arkadaşı Robert Downey Jr. Amerikan Sinematek Ödülleri (2011) sırasında sahnede Hollywood’un Mel Gibson’ı affetmesi gerektiğini söyledi.

Gibson’ı affetmeli

Bence de Hollywood Gibson’ı affetmeli artık. Bana kalırsa düzgün, dört dörtlük ideal bir insan veya bir rol model için bakılacak son yer Hollywood olmalı. Oyuncuların özel hayatlarına göre onları değerlendirecek olursak çoğu filmi izleyemez oluruz. Hakkında inanılmaz iddialar bulunan Scientology tarikatının üyesi olduğunu bildiğimiz Tom Cruise’u Last Samurai filminde izlerken veya John Travolta’yı Pulp Fiction’da izlerken onların özel hayatlarını nasıl umursamıyorsak bunu Mel Gibson için de yapmalıyız. Sonuçta Mel Gibson bir aktör ve hemen hiçbir filminde seyircisine hayal kırıklığı yaşatmayan bir aktör ve ender sinema yıldızlarından. Kimse mükemmel değildir. Eğer tamamen günahsız biri değilsen ki bu imkânsız bir şey, karşındakini hukuk dışında yargılamak ve onu kara listeye almak kimsenin hakkı da değildir. Amerika gibi ‘hukuk ve demokrasi’ ülkesinde Hollywood’daki köklü Yahudi lobisi, Mel Gibson’a olan öfkesini artık unutmalı ve seyirciyi kışkırtmaktan vazgeçmelidir.

Mel Baba

Mel Gibson yönetmenliğini üstlendiği Hacksaw Ridge isimli filmi öncesi çok büyük bütçeli olmasa da eli yüzü düzgün Blood Father (Kan bağı) filminde kızını kurtaran bir baba rolünde karşımıza çıktı ve tekrar gündeme geldi. Fransız yapımı olan filmin Fransız yönetmeni Jean-François Richet. Genel aksiyon filmlerinin aksine koşturmacayı dozunda tutan film senaryonun varlığını hissettiriyor ve zevkli diyaloglarla daha iyi bir seviyede kendini konumlandırabiliyor. Yönetmenin sık sık soluklandığı ikili sahneler ise gayet keyifli, özellikle baba kızın sözsel atışmaları insanı zevkle güldürüyor. Çok uzun zaman olmuştu Mel Gibson’ı doyasıya izlemeyeli. Kendisine özgü mimikleri, alnındaki derinleşmiş çizgileri, zeki bakan gözleri, hazır cevap hali ile doya doya izleme fırsatı bulduk kendisini. İtiraf etmeliyim ki filmi izlemekten ziyade kendisini izleyerek hasret giderdim. Alkolizm, ırkçılık, antisemitizm ile ismi anılan, ‘kimse filmini izlemez’ denilerek geçen senelerden sonra Gibson’ı beyazperdede bir nebzede olsa günah çıkardığı bir rolle görmek güzeldi. Bu sefer film de kendisi de seyirciler ve eleştirmenler tarafından beğenildi. Artık kendisiyle ilgili otomatikleşen nefret ve karalamanın bu sefer sonu geldi sanırsam.

Kaynak: Birgun.net