Diane Abbott

Ekonomik sistemimizin çoğunluktan ziyade azınlığın çıkarlarına hizmet ettiği endişeleri on yıllardır İngilizler arasında telaffuz ediliyor. Referanduma götürülen AB üyeliği çerçevesinde çoğunluk, ve azınlığın bir bölümü, bunu değiştirmeye çalışmak için Brexit lehine oy kullandı.

Galip gelen sağcı siyaset ve medya kampanyaları meseleyi, İngiltere’nin AB üyesi olarak sosyal, ekonomik ve hatta ahlaki çöküşe geçtiği şeklinde sundu. Bu tezlere göre, göçmenler ve Brüksel’deki bürokratlar bizi yoksullaştırıyor ve mutsuzlaştırıyordu.

Brexit yanlılarının ve medya destekçilerinin sloganı “Ülkemizi geri istiyoruz!” oldu. Savaştan ve iklim değişikliğinden kaçan göçmenlerin, modern İngiltere’nin tüm sorunlarının kaynağı olduğunu inancını pazarladılar.

Jeremy Corbyn, İşçi Partisini AB’de kalmak ve reformlar uygulamak yönünde, ‘incelikli’ bir duruş altında birleştirdi. Fakat dürüstlük sergileyen tek lider, Muhafazakarların savaş dramasına ilgi duyan medya tarafından tamamen görmezden gelindi. Jeremy AB’nin yetersizliklerinin çözümünün kurumu topyekûn terk etmekten değil, Avrupalı diğer yenilikçi partilerle birlikte çalışarak istihdam yaratmaya, sürdürülebilir büyümeye ve işçi haklarına önem veren, daha hesap verebilir, daha demokratik bir Avrupa inşa etmek olduğunu savundu.



David Cameron ise korku temelli, süslü püslü bir kampanyayla, İngiltere AB’den çıkarsa gerçekleşeceğini öngördüğü ekonomik felaketleri senaryoya dökmekle yetindi. Tabii bu senaryoların gerçekleşme ihtimali de var. Bu sabah sterlin 31 yılın en düşük seviyesini gördü ve Nicola Sturgeon İskoçya’da ikinci bir bağımsızlık referandumu yapılmasını teklif etti, insanları sonuçların hissedilmeye başlayacağı yönünde korkuttu.

Brexit seçmeni için Başbakanın söyledikleri yalnızca, ‘küreselleşmenin’ kazananlarının, kaybedenleri ne derece umursamadığını doğrulamış oldu.

Keşke İngiltere’nin hak mahrumiyeti, temsiliyet eksikliği ve zengini ödüllendirip yoksulu cezalandıran ekonomik sistemi AB’den ayrılarak çözülebilecek olsaydı. Göçmenler ve Brüksel’deki politikacıların modern İngiltere’deki eşitsizliğin sorumlusu olduğu savı, referandum tartışmasının merkezindeki palavraydı.

İngiltere’nin sorunlarını uzakta aramaya gerek yok. Sorunlarımız, ekonominin ve kamu hizmetlerinin finansallaşmasını destekleyen, rantı insandan önce tutan zincirleme hükümet politikalarından kaynaklanıyor. Kamu hizmetlerini darmadağın eden, tasarruf adı altında eşitsizliği arttıran Muhafazakâr hükümet politikalarından kaynaklanıyor. Kendi siyasi geleceğinden başka hiçbir şeyi umursayan Başbakandan kaynaklanıyor.

Sorunlarımız o kadar sistematik ki, çözüm hem ekonomi alanında, hem siyasi sınıf yapılarında radikal değişiklikler yapmamızı gerektirecek. Geçmişe dönmek, günümüzün son derece gerçek ve birbiriyle bağıntılı küresel problemleri, geniş kapsamlı ve büyüyen eşitsizliği, iklim değişikliğini, yıkım döngüsünden çıkamayan dış politikayı çözmemizi sağlamayacak.

Muhafazakâr partinin, hiç olmadığı kadar UKİP ve “Önce İngiltere” boyunduruğuna giren politikalarının geleceği yok. “Yeni İş” kanadının yönetimsel, kopuk politikalarının da öyle.

Portekiz’den Yunanistan’a Avrupa’nın farklı noktalarında şekillenen yeni solun yeni siyaseti, İngiltere’de Jeremy Corbyn tarafından temsil ediliyor. Adaleti, nezaketi ve gelecekten korkmanın yersiz olduğunu temsil ediyor.

Tepedeki birkaç kişiyi daha da yukarı çekmektense, hepimizi birlikte dipten çıkarmayı, kamu hizmetlerine ve altyapı yatırımları yapmayı hedefliyor. Aynı zamanda, Brexit lehine oy veren İngilizlerin istediği gerçek değişimi temsil ediyor.

The Guardian’dan çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Birgun.net