15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından bir itirafçı furyası başladı. Her akşam yeni bir itirafçıyı soluk soluğa izliyoruz. İtirafçıların her biri heybelerinde bir yığın çarpıcı hikâyeyle sahne alıyor ve sürekli ‘yıllarca anlattık bunları’ vurgusu yapıyorlar. İtirafçılar arasında inceden bir rekabet bile başladı. En son iki itirafçının canlı yayında birbirlerine girdiklerini dahi izledik. Olaylar PopStar, Yetenek Sizsiniz vb. yarışmalar gibi rating eksenli bir ekran şovuna doğru hızla ilerliyor. Eğer ‘itirafçı’ meselesine bu ilgi devam ederse ve özellikle televizyonlar bunun reytingini tatlı bulursa, işin şimdikinden daha çok sulandığını görürüz gibi geliyor. Peki bu itirafçıların canlı yayında, sorgulanmaz bir otorite gibi konuşmalarının nasıl bir riski var? Bu haftanın Köşe Vuruşu sorusu bu.

Neden güvenelim?

Adı üzerinde itirafçı. Her ne şekilde olursa olsun suç isnat edilen yapıyla zamanında birlikte yürümüş. Ayrılma hikâyesi veya nedenini de kendi bakış açısından dinliyoruz. En büyük alamet-i farikaları, ‘zamanında ayrılmış olmaları’ ya da öyle düşünmeleri. Bu yüzden onlara güvenmemiz bekleniyor. Güvenen güvenir tabii. Doğruları vardır, yalanları, eksikleri vardır, her şekliyle üzerinde bir gazeteci titizliğiyle durulması gerekir. Peki bu programlar öyle bir zemin yaratıyor mu? Hiç sanmıyorum. Anlatılanlar aynen kayda geçiyor, hatta bire bin katılarak büyütülüyor. Günümüzde haber akışının hızı da düşünülecek olursa, bir hata yapılacak olursa geri dönme şansı yok gibi görünüyor.

İsimler ortalığa saçılıyor

İtirafçı denilen isimlerin en önemli özelliği de ‘flaş’ isimler vermeleri. Daha doğrusu program moderatörleri sürekli bu doğrultuda sıkıştırıyor. Onlar da söylüyor. Tekrarlıyorum; doğrudur, yalandır, araştırılmaya muhtaçtır ama bu insanların bu konuda yargıç gibi kanaat bildirmeleri ve bu iddialarının hemen gerçek muamelesi görmesi ne kadar sağlıklı? Canlı yayında söylenecek, başka bir deyişle hedef gösterilecek her ismin üzerinde şu günlerde nasıl bir linç riski oluşacağını düşünmüyor musunuz? Düşünmediğiniz belli olduğuna göre, bu itirafçılara çok güveniyorsunuz. Yani zamanında devlete sızmak için çevirdikleri oyunları itiraf eden insanların bir anda dürüstleştiğini düşünüyorsunuz. İlginç. Duygusal olarak anlaşılabilir, belki ama gazetecilik açısından bakılınca anlaşılır gibi değil.


Dizayn için uygun ortam

Medyanın kendini bu itiraf furyasına bu kadar çıplakça kaptırmasının şöyle bir riski var. Birileri bunu kullanmanın yolunu da kolayca bulur. İtirafçı diye çıkıp bütün kişisel hesaplarını görebilir. İtirafçı diye çıkanların kişisel hesaplarının ötesinde hesaplar için kullanılabilir. Medya kendini reytingin ve tek sesliliğin cazibesine kaptırdığı sürece buna çok açık. “İsim ver, isim ver, reyting yükselsin, trend topic olalım” derken olaylar gelişir. Diğer yandan özellikle yazılı basında ‘isimsiz itirafçı’ furyası da sürüp gidiyor. Bu da aynı şekilde güven bunalımı ve dizayn endişesi yaratan başka bir nokta.

Bu aceleciliğe yabancı değiliz

Evet, bu aceleciliğe hiç yabancı değiliz. Ergenekon, Balyoz davalarını gördük. O günlerde atılan manşetleri, yapılan programları gördük. İntihar eden insanları, yıllarını suçsuz yere sevdiklerinden ayrı geçirenleri gördük. Yani ortada anlaşılır bir öfke ve kuvvetli tanıklıklar var. Bir yandan da ortada Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimi var. Bu kadar büyük bir insanlık suçu söz konusuyken, özellikle tek tek ortaya atılan isimler üzerinde çok titizlikle durmak gerek. İtirafçı kisvesi altında ekrana çıkan biri, yine hiç alakası olmayan bir ismi telaffuz edebilir. Ona bu kadar güvenmemiz için nasıl bir teminatımız var? Ayrıca itirafçılar olduğu gibi kripto itirafçılar da olabilir. Öyleyse bu insanları çıkarıp, üstelik canlı yayında, nasıl o kadar kolay “isim ver, isim ver” şakşakçılığına giriyorsunuz. Milyonların karşısında ve canlı olarak bunu yapmanın riskinden haberdar mısınız? Sadece reyting kaygısı mı, yoksa başka sebepleri de var mı? Bunları samimiyetle merak ediyorum.

Kaynak: Birgun.net