Ankara’daki saldırıda AKP hükümetinin sorunlu dış politikasının rolü bir kez daha vurgulanırken; muhalefet, emek ve demokrasi örgütleri ve partiler istihbarat zafiyetine dikkat çekti. Son dönemde AKP’ye ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştirileriyle dikkat çeken eski Başbakan Yardımcısı ve partinin kurucularından Bülent Arınç’ın istifa çağrısı yapması da dikkat çekti. CHP Lideri Kılıçdaroğlu ise, kendisinden yorum isteyen gazetecilere tek cümleyle şu yanıtı verdi; “Ülke iyi yönetilmiyor, daha ne diyeyim?”

Kılıçdaroğlu, “Ülke bir kan gölüne döndü. Yazık günah bu ülkeye. Hepimiz acı içindeyiz. İçim acıyor gerçekten derinden acıyor. Sarsılıyoruz hepimiz. Ülke iyi yönetilmiyor ne söyleyeyim ben başka. Yaralar çok sıcak, bir şey söylemek istemiyorum. Hepimizin kabul ettiği bir gerçek var. ülke iyi yönetilmiyor. Bunun içinde her şey var” ifadelerini kullandı.

Eleştirileriyle AKP içinde krize yol açan Arınç, saldırıda istihbarat ve güvenlik zaafı olduğunu vurguladı. Twitter’dan açıklama yapan Arınç, “Başkent’in en merkezi yerlerinde bir süredir yaşanan terör eylemlerinde istihbarat ve güvenlik zaafı olduğu iddiaları ciddiye alınmalı ve görevlerinin ifasında zafiyet gösteren makamlar varsa şayet, mutlaka gereği yapılmalıdır” dedi.

Arınç, ayrıca manidar bir şekilde “Terör, devletin güvenlik kapısını kırıp milletin canını almaya niyet etmişken, hiçbir isim, hiçbir makam milletimizin huzuru ve devletimizin bekasından daha üstün değildir” ifadesini kullandı. Bu sözler kulislerde, Erdoğan’a başkanlık göndermesi olarak yorumlandı.

‘Kim istifa edecek’
İstihbarat zafiyetini sorgulayan bir diğer isim olan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de, hiçbir devlet yetkilisinin sorumluluk almamasını eleştirdi ve “Bunun hesabını veren olmayacak mı? Kim bedel ödeyecek, kim istifa edecek? diye sordu. Erdoğan başta olmak üzere devleti yöneten herkesin sorumlu olduğunu belirten Özel, “13 yıldır devleti yönetiyorsun, MİT sende, JİTEM sende, kibrinden geçilmiyor. Sorumlu devletin başı bana göre, anayasa yapın diyen, kibrinden yanaşılmayan, ben ben diyendir. O çıkıp sorumlu benim demeli. Cumhurbaşkanı, başbakan, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı olmak üzere kabinenin bütün üyeleri sorumlu” diye konuştu.

‘Zamanlaması önemli’
Meclis’te üç partinin ortak kınama metnine imza atmayan HDP’den Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş, ise ‘zamanlamaya’ dikkat çekti ve Türkiye’nin Suriye’deki adımlarını meşrulaştırmaya çalıştığına dikkat çekti.
Ankara, Suruç ve Diyarbakır’ın aksine patlamanın üzerinden 24 saat geçmeden failin YPG olarak ilan edildiğini vurgulayan Beştaş, şu ifadeleri kullandı; “Türkiye’nin YPG’ye top atışları attığı bir dönemde, bütün dünyanın bunu konuştuğu bir zaman diliminde, Birleşmiş Milletler’in (BM) en üst düzeyde Türkiye’ye ‘bombardımanı durdurun’ dediği bir dönemde, ABD’nin defalarca PYD ve YPG’nin ‘bizim için terör örgütü değildir’ dediği bir dönemde; bu bombalamaya dair fail nitelemesi büyük bir soru işareti doğuruyor. Bu, kimin işine yarar? Türkiye ısrarla uluslararası güçlere, devletlere, BM’ye karşı ‘YPG bunu yaptı’ diyerek aslında kendi haklılığını ortaya koymaya çalışıyor. Bir sonraki adımını da meşrulaştırma çabası. Zamanlama, asla es geçilecek bir zamanlama değil.”
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, Twitter hesabından saldırıyı kınamıştı.

Bahçeli’den ‘ey’ çıkışı
MHP Lideri Devlet Bahçeli ise, hükümeti YPG’ye engel olamamakla suçladı. Bahçeli, “Ey diye seslenenlere ben de söyleyin artık ne söyleyecekseniz diyorum. Dünden bugüne 36 evladımızı kaybettik. Bu ne hüsrandır? Bu ne şerefsizliktir? Bu nasıl bir kan tutkusu, öldürme arzusudur? Ankara’nın bağrında, devletin ana karargâhında bomba patlarken, istihbarat ve güvenlik birimleri nerededir?” diye sordu.

***

DOĞU EROĞLU - HÜSEYİN ŞİMŞEK

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş:

Devletin en önemli kuruluşlarının toplandığı bir merkezde saldırının gerçekleştirilmiş olması tabii ki sonuçları itibariyle bir zafiyetin sonucudur. Resmi kaynaklarca eylemin PKK ve YPG’yle ilişkili olduğu ifade ediliyor. PKK liderlerinin yaptığı açıklamalar da Güneydoğu’daki gelişmeler çerçevesinde bu faaliyetlerin Batı yönünde genişleyerek devam edebileceği ihtimalini ortaya çıkarıyor. Suriye’deki PYD-YPG çizgisinin kantonlar arası bütünlüğü sağlama girişimleri ve Türkiye’nin bu girişimlere yönelik tedbirleri açısından baktığınızda, devletin hedef alındığı eylemin boyutları genişliyor. Bir cephe ülkesi haline gelen Türkiye’nin sınırları ve savaşın sürdüğü bölgeyle bağlantıları artabilecek riskleri davet ediyor. Yakın zamanda Türkiye’de meydana gelen diğer saldırılar, 10 Ekim Ankara saldırısı ve diğerleri, bize maalesef terör eylemlerinin gerçekleştirilme kabiliyetini ve organizasyonların genişliğini gösteriyor.

Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) Başkanı Ercan Taştekin:

Ülke tarihinde görülmedik katliamlar yaşıyoruz. Bazı kesimlerce 1 Kasım’da siyasi iktidarın oy oranını yükseltmesi artan terör olaylarına bağlandı. Bir kısım uzman ve akademisyenler ‘kaosun ve gerilimin insanları güçlü olana yönlendirdiği’ açıklamalarını yaptı. Dolayısıyla 1 Kasım sonrası meydana gelen terör olaylarının da başkanlık amacıyla yapılmış olabileceği gündeme gelebiliyor. Aynı şekilde 17 Şubat Ankara patlaması sonrasında da bu konu gündemde.
Terör eyleminin mekânsal analizine baktığımızda, hepsi de en iyi korunması gereken yerler. Yapılan bu eylemlerle adeta istihbarat ve güvenlik sistemimizle alay ediliyor. Ayrıca eylemlerde kullanılan patlayıcıların yüksek miktarda olması ve bunların eylemden önce ele geçirilememesi istihbarat zafiyetinin zirvede olduğunu gösteriyor.
Olayların önlenememesinin ve bu yönde yaşanan başarısızlıkların başında olayların aydınlatılamaması geliyor. Aydınlatılamayan ve perde arkası ortaya çıkarılamayan her terör olayı yeni ve daha büyük katliamların yaşanmasına sebep oluyor. Ayrıca bu kadar büyük felaketler yaşanırken sorumluluğu olan siyasi irade ve bürokrasinin bırakın hesap vermeyi, istifa etmemeleri ve görevden alınmamaları kamuoyunda tartışılıyor. 17 Şubat patlamasının üzerinden geçen bu kadar zamana rağmen iç güvenlikten birinci derecede sorumlu İçişleri Bakanının ortalıkta görünmemesi dikkat çekici. Gerçekleştirilen bu terör eylemleri, Türkiye’nin iç ve dış güvenlik stratejilerini gözden geçirmesi gereğini ortaya koyuyor.

Atlantik Konseyi Refik Hariri Ortadoğu Merkezi analisti Aaron Stein:

Olayın failinin YPG veya PKK mensubu olup olmadığı henüz kesinleşmiş değil. ABD şimdiye dek Suriye’deki savaş planına sadık kaldı ve Suriye’deki YPG’yle kurduğu bağları zayıflatacağına ilişkin herhangi bir emare göstermedi. ABD’nin Suriye’deki hedefi belli: IŞİD’i zayıflatmak ve mağlup etmek. Bu plan, Türkiye’nin Esad ve YPG’ye karşı eşzamanlı olarak sürdürdüğü paralel savaşın kaybedilmesi pahasına sürüyor. Ankara’daki saldırıdan sonra Suriye’ye kara harekâtı kararı alınması halinde Türkiye ordusu büyük bir riskle karşılaşacaktır. Rusya’nın Azez koridorundaki hava faaliyetleri bölgeyi fiili olarak uçuşa yasak bölge haline getirdi; bu da kara harekâtı halinde Türkiye kuvvetlerinin Suriye rejimi ve Rusya’dan gelebilecek saldırılarına karşı korumasız kalması anlamına geliyor. Ankara yönetimi Cerablus’a doğru hamle yaparak hem sınırı koruma altına almayı hem de YPG’nin kantonlar arasında bütünleşme kurmasını engellemeye çalışabilir.

***

Toplumsal muhalefet tepki gösterdi

BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ: Hükümet katliamlarda Gezi’den bu yana yaptığı en iyi önlemi alıyor! Yaşanan olayları engellemek yerine onları karartmayı seçiyor. Saldırının sorumluluğu gerekli önlemi almayan hükümettedir.

DİSK: Bizler bu ülkenin yurttaşları olarak, saldırıları kınamak ve lanetlemek ile yetinemeyiz. Ülkemiz topraklarının neden her gün kanla yıkandığını, gözyaşlarının neden dinmediğini bizleri yönetenlere sormak gibi bir yurttaşlık görevimiz bulunmaktadır. ‘İstikrar’ vaadi ile yönetime gelen bir iktidarın, ‘istikrar’ adına attığı her adımın Türkiye’yi daha da istikrarsızlaştırdığını sorgulamak zorundayız.

TMMOB: İçerde yakılmış, yıkılmış ve boşaltılmış kentler yaratan iktidar politikası, dışarıda da üçüncü dünya savaşının fitilini ateşlemek üzere dizginsiz bir vaziyette ilerliyor. İçerisinde bulunduğumuz baskıcı, otoriter, diktatöryal gidişatın, savaşın, ölümün, kanın ve gözyaşının sorumlusu bu ortamı yaratanlardır. Artık yeter, her yeni güne başlarken nerede bomba patlayacağını düşünmek istemiyoruz.

Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri: Suruç, Diyarbakır, Adana, 10 Ekim ve 17 Şubat Ankara bombalamaları ve katliamları adeta birbirini takip eden, birbirini besleyen, aynı amaca hizmet eden nitelikte saldırılardır. Yüzlerce insanımızı kaybettik, hala bir tek Bakan, bir tek yetkili istifa etmedi. Hükümet hala bir güvenlik zafiyeti olmadığını iddia edebiliyor! Cumhuriyet tarihi bu kadar yüzsüz, bu kadar pervasız bir Hükümet görmedi.

DTK: Bütün bu saldırılara potansiyel zemin hazırlayan, Hükümetin Kürt, Rojava ve Ortadoğu politikalarıdır. Türkiye’nin ve halklarımızın barış, huzur ve istikrar içerisinde yaşamasını sağlayacak yegane yolun hükumetin bütün Türkiye’yi bir savaş ve şiddet sarmalına dönüştüren bu politikalardan bir an önce vazgeçmesi, halklarımızın gerçek manada kardeşliğini ve birliğini esas alan politikalara yönelmesi gerekir.

EMEP: Reyhanlı, Suruç, Diyarbakır, 10 Ekim, 17 Şubat Ankara örneğinde olduğu gibi ülkeyi terörist saldırı ve çatışmaların ortasına sürükleyen etkenlerin başında AKP Hükümeti ve Saray’ın içeride ve dışarıda savaş politikasında ısrarı gelmektedir.

Halkevleri: Saldırı, AKP’nin hem savaş siyasetini tırmandırarak ağır bir krize yol açtığı Kürt sorununda hem de Suriye politikalarında sıkıştığı bir dönemde gerçekleşti. Savaş politikalarının daha derin çatışmaları doğuracağı bir kez daha görüldü.

Kaynak: Birgun.net