Solcular ne çekti be bu devletin elinden. 6-7 Eylül pogromu olduğunda, alakası olmayan Kemal Tahir, Aziz Nesin gibi komünist yazarlarla doldurmuşlardı cezaevlerini. Darbe girişiminden sonra da, darbeye her anlamıyla karşı olan özgürlükçü akademisyenlerin işlerinden edilmesi, devlet geleneğine uygun bir tavır oldu. Ne yalan söyleyeyim, yüreğime en çok oturan ise Necmiye Alpay’ın hapsedilmesiydi. Yakından tanımasaydım, yazdığı kitapları neredeyse ezberleyecek kadar sevmemiş, o kitaplar editörlük yapar ve ders verirken bu kadar çok hayatımın içinde olmasaydı da hapsedilmesi bu denli içimi acıtır mıydı bilmiyorum. Canımı yakan şey, hapsedilmesinden çok, birikimiyle, yapıp ettikleriyle örnek alınacak bir hayat süren ve bu topraklarda zor yetişecek bir aydına karşı gösterilen muameleydi. Eğer Necmiye Alpay’a bile böyle davranılıyorsa, herkesin başına her şey gelebilirdi bu ülkede. Barışı en içten duygularla savunmanın bedeli, bu ülkeye ve kültürüne karşılıksız bunca şey katmış olsan da zulümdü. Devlet, Necmiye Alpay’a böyle davranarak bir mesaj vermişti, düşünen, yazan, okuyan herkese.
Necmiye Alpay’ı tutuklayan İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği kararında, serbest kalması hâlinde sözkonusu eylemleri tekrarlayabileceği öne sürülmüştü. Cumhuriyet gazetesinden bir muhabir Necmiye Alpay’a sormuştu: “Bir dilbilimci olarak tekrarlamanızdan korktukları eylemler neler olabilir?” Necmiye Alpay, “Yargıç, barış çabalarımı suç sayıyor olabilir diyeceğim, ama bu da akla aykırı” diye yanıt vermişti.

Üniversitenin yedi gün yirmi dört saat açık olan kütüphanesinin boş koridorlarında dolaşırken, Necmiye Alpay’ın sözlerini düşünüyordum. Özellikle sabaha karşı kütüphanede pek kimse olmaz. Benim de yazmayı ve okumayı en sevdiğim zaman. Kitaplarla dolu rafların önünden geçerken, kitaplardan geldiğini düşündüğüm sesler duyarım. Necmiye Alpay’ı ve yanıtını düşünürken, özellikle bir raftan kadın sesi kulağıma çarptı, öfkeli ama yumuşak bir ses. Sesi takip edince, Hannah Arendt’in “Şiddet Üzerine” adlı kitabını gördüm. Yıllar evvel okuduğum bir kitaptı. Kitabı elime alır almaz ses kesildi. Kitaptan kulelerle bir sığınağa dönüştürdüğüm pencere kenarındaki masama geçip kitabı okumaya başladım.

Ekonomik sistemlerin, siyasal felsefelerin, medyanın ve yargı organlarının hizmet ettiği bir küresel savaş sisteminden bahsediyordu Arendt. Karşıtı görünen barışın bile, devletler ve iktidarlar için savaşın başka araçlarla sürdürülmesi anlamına geldiği bir sistem. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan şey, barış görünümüne sahip “Soğuk Savaş”tı. Bu hep böyle olmuştu diyor Arendt. Necmiye Alpay’ın tutuklanmasına karar verilmesi, bu savaş sisteminin bir sonucuydu. Yargı da, Arendt’in dediği gibi, savaş sisteminin bir aracıydı. Necmiye Alpay’ın “akla aykırı” dediği şey, savaş sisteminin, devlet aklının bir sonucuydu. Savaşın hâlâ bizimle olmasının nedeni, insan türünün gizli ölüm istenci, bastıramadığı saldırganlık dürtüsü ya da silahsızlanmanın içerdiği ciddi toplumsal ve iktisadi tehlikeler değildi. Arendt’e göre, savaşların olmasının tek bir nedeni vardı, uluslararası ilişkilerde savaşın yerine siyasal sahnede başka bir nihai hakemin ortaya çıkmamasıydı. Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan gibi ellerine silah almamış ve hiçbir zaman almayacak, şiddete sonuna kadar karşı çıkacak, nihai hakem olarak toplumun militarist olmayan ikincil güçlerinin siyasal sahneye çıkmasıyla barışın geleceğini savunanlar, savaş sisteminin ilk hedefleri arasında yer aldılar her zaman.

Kitabın son paragrafını okurken, sanki Arendt hâlâ hayatta ve olup biteni izliyormuş gibi hissettim: “Bir kez daha, bu gelişmelerin bizi nereye götüreceğini bilmiyoruz. Ama iktidardaki her gerilemenin şiddete açık davetiye olduğunu biliyoruz ya da bilmeliyiz. Hükümetler olsun, yönetilenler olsun, iktidarı elinde tutup da ellerinden kaymakta olduğunu hisseden herkes, kaybettiklerinin yerine şiddeti koymanın cazibesine direnmekte zorlanmıştır.”
Bu cazibeyi arttıran şeylerden birisi de, hükümet konseylerinde bilimsel kafalı danışmanların saygınlığındaki artış. Asıl korkutucu olan bu diyor Arendt, “düşünülemeyecek olanı düşünebilecek”, daha doğrusu düşünmeyen, toplumsal kutuplaşmalara göre hipotetik tezlerini hükümetlerin hizmetine sunan kötücül insanların aklı… Barışı savunmak için, önce şiddet üreten bu kötücül akıl ile hesaplaşmak gerek.
Kütüphanenin penceresinden doğan güneşi izliyorum. Necmiye Alpay’ın kitaplarının olduğu rafı aydınlatıyor, ışıl ışıl…

Kaynak: Birgun.net