Hava puslu. O nedenle baştan söyleyeyim de yazacaklarımdan ötürü bir de “FETÖ” üyesi ya da destekçisi ilan edilmeyeyim. Korktuğumdan değil, bunca yıllık sosyalist kimliğim yerine malum yapıyla adımın anılmasının saçmalığını kaldıramayacağımdan belirtiyorum bunu. Mevcut ortam, herhangi bir nedenle husumet beslediklerini, şu sıra ortak nefretin hedefi haline gelmiş kişi ya da kavramlarla ilişkilendirmek isteyen intikamcı için bulunmaz bir ortamdır. O nedenle peşinen belirtiyorum; darbecilerin canı cehenneme. Daha önce yapanların da, geçmişte ya da şimdi girişimde bulunanların/bulunacak olanların da topuna lanet olsun. Bir o kadar lanet de dikta özlemcilerine tabii.

Ben, duyduğumda hayretler içinde kaldığım şu Diyanet’in “darbeciler için salâ, teçhiz, tekfin ve cenaze namazı kılınması gibi hizmetleri vermeyeceği” açıklamasıyla ilgiliyim. Ölümümden sonra mümkünse yakılmayı vasiyet etmiş biri olarak Diyanet’in tasarrufuyla ilgili kelam etmem, özellikle yakınlarım için tuhaf gelebilir ama mesele korkunç bir zihniyetin dal budak saracağının ilk işaretlerini taşıdığı için kayıtsız kalınacak türden değil.

Diyanet, darbe gibi korkunç bir alçaklığa karşı alınacak her türlü tavrın, - haklı olarak - destek göreceği bir ortamda, varlığını inkar ediyor. Mesele budur. Bu tutum Diyanet’in son derece politize olmuş bir kurum olduğunu da iyice ortaya koymuştur.

Diyanet’in İslam aidiyetine mensup herhangi birinin imanını sorgulama hakkı yoktur her şeyden önce. Darbeci alçaklar son derece kanlı girişimleriyle iktidara “seni tanımıyoruz” demiş oldular, malum. Diyanet’in buna karşılığı da “ben de senin imanını tanımıyorum” olmuştur. Son derece nettir bu. Bir “beşer” eylemine böylesi bir “ilahi” karşılık, ilahi olanla olmayan tutumların eşleştirilmesi anlamına gelir, bundan da temsil edilen dinin zarar göreceği çok açıktır.

Orta Çağ’ın büyük işkencecisi Torgumeda bile - ki yaktığı Hıristiyan imanlısının haddi hesabı yoktur- ateşe attığı “günahkârlara” alevlere boğulmadan yani bilinçlerini henüz yitirmeden önce “imanının kurtulması için dua ediyorum” diyebilmiştir. Tutumu, Torgumeda’yı elbette değerli kılmaz ama, bu vahşi adamın ateşe attığı “günahkarın” affı için inandığı tanrısından ricacı olması dikkat çekicidir.

Bir insanın ölümü yakınlarının içinde bulunduğu durumdan ayrı tutulamaz. İşlediği günah ya da suç ne olursa olsun artık dünyevi hesap kitapla ilişkisi kalmamış olanlar için herkesin Allah’ından onlar adına “günahlarının affı“nı istemekten kaçınmak tek kelimeyle dinin bir intikam aracına dönüştürülmesidir. Diyanet, toplumdaki dini hassasiyeti bundan böyle de dilediği kişilere karşı kullanabilecek demektir bu.

Şunu elbette biliyoruz; İslam’da “haksız olarak halifeye isyan edenlerin, dövüşürken öldürülürse, Müslümanların yolunu kesen hırsızların, dövüşürken öldürülürse, zulüm ile meşhur olan kabilelerin, dövüşürken ölürse, silah ile ev basan kimsenin, o zaman öldürülürse” cenaze namazı kılınmaz. Bunlar ortaya atıldıkları dönemin toplumlarında kargaşa yaratmaya heves edenleri din aracılığıyla engelleme amaçlı kurallar elbette. Anlaşılır bir tarafı var.

Ama bir de, “küfür üzerine ölmüş bir kimsenin cenaze namazı kılınmaz. Diğer günahkârların ise cenazesi üzerine namaz kılınır. Ahiretteki sorumluluğu kendi üzerinedir” kuralı da var.

Demek ki bunlardan birinin seçilmesi mümkün. Bunlar içinde bulunulan koşullarla şekillenmiş iki ayrı tutum. Demek ki ikisinden birini uygulama olanağı var. İkisinden “en hayırlı olan”ı seçmek dinin hoşgörü iddiasına daha uygun değil midir? Diyanet, cezalandırmada toplumsal havayı esas almış görünüyor. Linç ortamlarına uygun tutumlardır bunlar, kuşku yok. “Ahiretteki sorumluluğu kendi üzerine” olanlara “dünyevi” ölçülerle ceza kesmek Diyanet’in işi değildir. Duanın kurtarıcılığını sıfırlayan bir tutumdur bu ayrıca. Ölmüş darbecilerin “psikolojik kurban” durumundaki yakınları için de bir cezalandırma söz konusudur ki bu büyük, çok büyük bir haksızlıktır. Toplumsal öfkeye bir de birilerini “dindışı” bırakmak eklenmiştir. İslamiyet’te Afaroz var mıdır sorusunun yanıtını da merak etmekteyim. Yok mu gerçekten?
Büyük kaybımız Tahir Elçi’nin saygıdeğer eşi Türkan Elçi’nin şu sözlerini Diyanet’e anımsatmak isterim: “Bir ihtimal eşimin katilini gözaltına alırsanız sakın işkence yapmayın. İşkenceye karşı ömrünü adamış birinin katili bile adil yargılanmalı.”

Bu, karşı olduklarına benzememe tutumudur. Türkan Hanım idam karşıtlığını yaşadığı büyük bir trajedi üzerinden dile getiriyor.

Seçim Diyanet ile Türkan Hanım arasında yapılacak. Buyrun...

Kaynak: Birgun.net