IMF-DB yıllık toplantısı kötümser bir ruh hali içerisinde sona erdi. Bu ikiz kuruluşlar iki temel endişe yaşıyorlar: Birincisi empoze ettikleri politikalar sonuç vermiyor, dünya ekonomisi bir türlü tatminkâr bir büyüme ve istihdam temposu yakalayamıyor; ikincisi bu politikalardan yaşamı ve çıkarı olumsuz etkilenen kitleler giderek eleştiri oklarını kendilerine yöneltiyor.

Bizzat kendi tepe yöneticileri ilk ağızdan kötü gidişatı itiraf ediyor. Christine Lagarde, zenginler ve yoksullar arasındaki açılan makasın küresel ekonomiye fren olduğunun altını çiziyor. DB başkanı Jim Kim ise, büyümenin meyvelerini tek tek her ülkenin dipteki %40’ının tadamadığını gizlemeye çalışmıyor.

Guardian’ın ekonomi editörü Larry Elliot’a göre, sorun IMF ve DB’nin bu berbat manzaranın Washington uzlaşmasının itibarlı zamanlarında kendi dayattıkları kemer sıkma, özelleştirme ve finansal liberalleşme politikalarından kaynaklandığını hala kabule yanaşmamaları. Elliot, IMF içinde birbiriyle çelişen iki kurumsal yapı bulunduğunu öne sürüyor. Lagarde’ın da birlikte tavır aldığı araştırma departmanı Washington uzlaşmasıyla ipleri koparmış durumda. Buna karşın operasyon bölümleri, Yunanistan ve Portekiz fiyaskolarından bilindiği, Mısır’a önerilen son politika demetinden de görülebileceği gibi hala iflas etmiş politikaların peşinden gitmeye devam ediyor. Kamu harcamalarını kısın, ücretleri ve sosyal hakları düşürün, kamu işletmelerini özelleştirin, asgari ücreti azaltın ve toplu pazarlık haklarını kısıtlayın biçimindeki reçeteyi hükümetlerin önüne koyuyor. (Guardian 9 Ekim 2016).

Üçüncü Dünya Ağı’nda, “Neoliberal Karşı-Devrim Ricatta” başlıklı bir makale kaleme alan Kwame Sundaram’a göre de, IMF eski başkanı Dominique Strauss-Kahn döneminde yeniden yapılanan araştırma departmanı finansal regülasyon, mali politikalar ve gelir adaletsizliği konularını titiz çalışmalarla yeniden gözden geçirerek IMF’ye tekrar meşruiyet kazanma yolunda fırsat tanıdı. Ama bu Fon’un operasyonlarına, politika tavsiyelerine ve olmazsa olmaz şartlarına yansımadı. (TWN Haziran-Temmuz 2016).

Geçtiğimiz haftalarda sözünü ettiğimiz IMF Araştırma Departmanı direktör yardımcısı Jonathan Ostry’nin kişiliğinde, Joseph Stiglitz’in 90’larda DB baş ekonomistiyken neoliberalizme karşı yaptığı çıkış benzeri bir tartışma başlattığına tanık olabiliriz.

DB: Yoksulluk alt edilemedi

İsterseniz, sırasıyla IMF-DB’nin kendi yayınlarından manzaraya bir bakalım. DB’nin “Yoksulluk ve Paylaşılan Refah” başlıklı raporunda, yoksulluğu küresel nüfusun %11’inden %3’üne düşürme ve her bir ülkede en alttaki %40’ın gelirini yükseltme hedefinin şaştığı kabul ediliyor.

Kapsamlı istatistiklerin bulunduğu son yıl, 2013 itibariyle, günlük geliri 1.90 doların altında bulunan kişilerin sayısı 100 milyon azalışla 767 milyona gerilemiş durumda. Ne var ki bu ilerleme, büyük ölçüde Çin, Endonezya ve Hindistan kaynaklı, Sahra-altı Afrika’da %41 yoksulluk oranı sürüyor.

DB’nin sefalete karşı politika önerileri, ilk çocuklukta daha iyi beslenme koşullarının sağlanması, sağlık ve eğitime erişimin yaygınlaştırılması, yoksul ailelere nakit transferi yapılması, halkın daha iyi yollara ve elektrifikasyona kavuşturulması, artan oranlı vergilere geçilmesi yollu, herkesin üzerinde uzlaşacağı, ama uygulaması neoliberal zihniyetle pek mümkün olmayan noktalarda yoğunlaşıyor.

Büyüme tahminleri aşağı çekiliyor

IMF’nin Dünya Ekonomik Görünüm (WEO) Raporu bilindiği gibi yılda iki kez yayınlanıyor ve özellikle küresel büyüme tahmini merakla bekleniyor. Son rapor küresel büyümeyi yüzde 3.1’de tutarken, başta ABD, gelişmiş ülkelere yönelik öngörüsünü aşağı çekti.

Özellikle ABD için büyümede ciddi bir zayıflama söz konusu; daha Temmuz’da yüzde % 2.2 olarak beklenen 2016 büyümesi, “yılın ilk yarısındaki zayıf özel sektör yatırımları” gerekçesiyle %1.6’ya indirildi. Avro bölgesinde %1.7, Japonya’da ise sadece %0.5 büyüme umuluyor. Çin için edilen tahmin edilen %6.6’lık büyümenin 2017’de %6.2’ye çekilmesi söz konusu.

Yükselen ekonomiler cephesinde ise, 2016’da altı yılın en tatminkar büyümesi %4.2 öngörülürken, 2017 projeksiyonu daha yukar bir düzeye, %4.6’ya işaret ediyor.

IMF baş ekonomisti Maurice Obstfeld, aşağı doğru risklerin yüksek olduğuna, sürdürülebilir iyileşmeye güvenin düşük seyrettiğine ve faiz oranlarının alt sınıra dayandığına işaret ettikten sonra, “deflasyon bulutunun tehdidi altında bulunulduğuna” dikkat çekti.

Bunun anlaşılır Türkçeyle ifadesi: Bir krizin kapıyı çalma olasılığı yüksek şeklinde.

Bankalar risk altında

IMF’nin Küresel Finansal İstikrar Raporu da (GFSR), özellikle banka ve finans çevreleri tarafından merakla beklenir. Bu raporda da karamsar mesajlar veriliyor. Önce kısa vadeli risklerin, emtia fiyatlarının toparlanması ve yükselen ülkelere sermaye akışlarının iyileşmesi nedeniyle azaldığına dikkat çekiliyor.

Orta vadede ise iyimser bir tablo çizilemiyor. Küresel büyümedeki atalet, finansal piyasaları düşük enflasyon ve düşük faiz döneminin uzayacağı varsayımına yöneltiyor. Bu iklimde iki önemli risk ortaya çıkıyor :

Düşük karlılık bankaların bilançolarını bozabilir. Büyümede konjonktürel bir iyileşme sağlanamazsa, gelişmiş ülkelerdeki bankaların 11.7 trilyon dolar varlığa sahip %25’i okkanın altına gidebilir.Düşük faiz döneminin uzamasıyla bir çok hayat sigortası şirketinin ve emekli fonunun varlığı tehdit altına girer. Özellikle ortalama yaşam süresinin uzamasının da etkisiyle bu kurumsal yatırımcılar yükümlülüklerini ifa etmekte zorlanır.

Millenyumdan beri borçlar katlandı

Bu yıl IMF yayınlarından en çok dikkat çekeni, Mali İzleme Raporu (FM) oldu. En ürküntü veren istatistik ise, finansal olmayan sektörün borcunun 21.Yüzyıl’da ikiye katlanarak 152 trilyon dolara dayanmasıydı.

İlk bakışta bu borçları karşılayan varlıkların bulunması yüreklere su serpebilir. Ne var ki bunun nedeni, daha fazla borçlanmanın finansal varlık fiyatlarını şişirmesi. Bir noktada finansal balon patlayınca, varlık fiyatları da püf diye sönebilir ve borçluları sıkıntıya sokabilir. Aynı 2007-2008 küresel krizindeki gibi…

Finansal olmayan sektörün üçte ikisi özel sektöre, gerisi de kamuya ait. Gelgelelim kamu borçları daha hızlı artıyor, 2015’te küresel GSMH’nin %70’iyken, yüzde 85’ine yükselmiş. Yüksek borç düzeyi bir kısır döngü yaratıyor. Şöyle ki, düşük büyüme borçların hafifletilmesine olanak tanımazken, yüksek borçluluk büyümeye takoz koyuyor.

Gelelim Türkiye’ye

IMF’nin Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelerini, yıllık gözden geçirme raporlarından izleyebiliyoruz. Bu raporların ayrıntılı incelenmesi, ardında yatan neoliberal zihniyetin teşhisine de olanak tanıyor.

Şimdilik küresel raporlardan Türkiye’ye ilişkin rakamları aktarmakla yetinebiliriz.

WEO’da Türkiye’nin 2017 büyümesi %3.0, tüketici fiyatları %8.2, cari açığı GSMH’nin %5.6’sı ve işsizliği %10.2 tahmin ediliyor. Bu rakamlar OVP projeksiyonlarına göre kötümser bir okumayı yansıtıyor.

GFSF’de, şirketlerin “faiz vergi amortisman ve borç ödemesi öncesi kârlarının” faiz masraflarına oranında Türkiye’nin benzer ülkelerden de riskli bir pozisyonda bulunduğu görülüyor.

FM raporunda ise, özel kesim finansal olmayan borcu artışında; Çin, Tayland gibi ülkelerin arkasında yer alsa da Türkiye’nin altıncı sırayı işgal ettiği, sinyal veren ülkeler arasında yer aldığı dikkat çekiyor.

Kaynak: Birgun.net