DAVİD LAPESKA

31 yaşındaki inşaat işçisi Halil Tüzüner, geçen Ekim ayında Diyarbakır’da bir sabah vakti, evinin, güvercinlerini beslemek için çıktığı çatısında, caddede konuşlanmış Türk ordusuna bağlı bir infaz timi tarafından vurulmuş, birkaç dakika sonra dehşet içindeki hamile eşi Hülya tarafından o halde bulmuştu.

Üç çocuklu dul eş, çok geçmeden yeni bir hayata başlamak üzere oğullarını alıp Diyarbakır’ın Sur ilçesine yerleşmişti.

Kendisiyle bu yakınlarda yapılmış bir görüşmede genç kadın, artık bir aylık olan kızı yan odada uyur, diğer çocukları üzerine tırmanırken mütevazı evinin halısına oturmuş “Çok zor” diyordu, “Onsuz ne kadar zorlandığımı bilemezsiniz. Ziyaretine gidecek gücü bile kendimde bulamıyorum.”

Bir milyona varan nüfusuyla, Türkiye’nin fiili Kürt başkenti Diyarbakır’ın kalbi olan Sur ilçesi iki aydan beri neredeyse sürekli olarak askeri operasyonlara maruz kalıyor ve ilçede günün 24 saati sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Bölgenin ileri gelenlerinin tahminlerine göre 20 bine yakın insan şehri terk etti, 1500 dükkân kapandı ya da yıkıldı, 10 bine yakın kişi ise işinden oldu.

İki taraf da suçlu

Kalanlar, durmak bilmeyen patlamalar ve makineli tüfek ateşi yüzünden evlerine hapsolmuş durumda, sınırlı su ve elektrikle idare etmek zorundalar. Hülya mecbur kalmadıkça evinden çıkmıyor, genç kadına Halil’in abisi Aziz yardımcı oluyor. Kendisi de üç çocuk sahibi olan Aziz, kardeşinin çocuklarını kendilerininkinden ayırmıyor. Tıpkı Hülya gibi, o da Türkiye devleti ve Kürt savaşçılar arasında sürüp giden savaştan yorgun.

“Her iki taraf da yalnızca kendi milli davalarını düşünüyor. İkisi de kendince haklı.” diyor ve ekliyor “Ama haklı ya da haksız, ikisi de insanları öldürüyor. Bizler, burada yaşayan insanlar olarak çatışmanın tam ortasındayız. Hareket etmeyi bıraktığımız an hedef haline geliyoruz”

Hedef olanların sayısı az değil. Türkiye İnsan Hakları Derneği 33’ü çocuk olmak üzere 200’e yakın sivilin öldürüldüğünü açıkladı. Ankara da geçen yılın Aralık ayında 600’den fazla PKK’li savaşçının öldürüldüğünü duyurmuştu. (PKK; Türkiye, ABD ve Avrupa Birliği nezdinde terör örgütü olarak görülüyor)

100 binin üzerinde insan göçe zorlandı ve komşu mahalleler tamamen yıkıldı. Sur, Cizre ve Silopi’den gelen görüntüler komşu Suriye’deki yıkımı hatırlatıyor. Her şey geçen yılın Ağustos ayında, Kürt aktivistlerin Güneydoğu’daki şehirlerde özerk bölgeler ilan etmesiyle başlamıştı.

PKK bağlantılı genç savaşçılar, şehir merkezlerinde güvenliği üstlenmeleri yönünde aldıkları talimat üzerine, siper ve hendekler kazıp geçici barikatlar kurmaya başlamış, bölgedeki ev ve dükkanlara da özerk yönetimin kontrolünde kalan bölgeleri savunmaları yönünde talimat vermişti.

Türkiye’nin cevabı sert oldu: Bölgede 24 saatlik sokağa çıkma yasağını uygulamaya koydu, isyanın kökünü kazımak için bölgeye tanklar ve zırhlı araçlar sevk etti, her bir sokağın başını tutmak üzere yığınla askerini yolladı. “Kazdığınız hendeklere gömüleceksiniz,” diyordu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve bölge “teröristlerden” tamamen “temizlenene kadar” operasyonların devam edeceğini ilan ediyordu.

1984 yılından bu yana Türkiye ve PKK arasında kâh alevlenip kâh durulan bir savaş devam ediyor. Şimdiye kadar hiçbir hükümet barış yönünde AKP döneminde gösterilmiş olan ilerlemenin benzerini gösterememişti.

Ama iki yıldan beridir devam eden pazarlıkların ardından, geçen Haziran ayında, Kürt savaşçıların iki polis memurunu öldürmesiyle şiddet yeniden alevlendi. Olay, Suruç’ta, kuşatma altındaki Kürt şehri Kobane’nin yeniden inşası için yardıma gitmek isteyen 3 kişiyi öldüren bombanın patlamasından birkaç gün sonra gerçekleşmişti.

Bugün iki halkın arası daha önce hiç olmadığı kadar açılmış görünüyor. 35 seneden beridir Sur’da saat tamirciliği yaparak hayatını kazanagelen 68 yaşındaki Kemal Oyman, Diyarbakır’da şiddetin böylesini şimdiye dek görmediğini söylüyor: “Her iki taraf da kabahatli. Umarım yakında işler yoluna girer.”

Ama durum pek de düzeleceğe benzemiyor. Düzinelerce ailenin tası tarağı toplayıp Sur’un, UNESCO’nun dünya kültür mirasından saydığı duvarları boyunca daha güvenli bir yer bulmak üzere eski şehri terk edişini gösteren görüntüler daha hafızalardan çıkmamışken, geçen Çarşamba günü Türkiye Sur’daki beş mahallede daha sokağa çıkma yasağını uzattığını açıkladı.

Diyarbakı’daki Kürtlere sorulacak olursa, Ankara’nın, ülkenin güneydoğusundaki son operasyonları savaşçıların direncini kırmadığı gibi Kürtler arasındaki devlet karşıtı duyguları da azaltacak yerde körükledi.

“Bu tarz operasyonlar her şeyi değiştiriyor, diyor emekli Kürt gazeteci Vecdi Erbay. “Özellikle bölgede yaşayan insanlar açısından. Şimdi halk eskiden olduğundan daha fazla öfkeli. Üstelik savaşçılar öldürülmekle kalmıyor, naaşları caddelerde günlerce, öylece yatıyor, bekletiliyor... -insanlar bunu unutmayacak.”

Mesut Seviktek bunun bir örneği. Cansız bedeni üç hafta boyunca Sur’daki bir caddede yatan Mesut’un ölümü kardeşi İhsan’ı, annesi ve kız kardeşleriyle birlikte 20 gün boyunca açlık grevi yapmaya itmiş. Sürenin sonunda nihayet devlet Seviktek’in naaşının alınıp gömülmesi konusunda aileye izin vermiş. İhsan’ın 14 yaşındaki en büyük oğlu ise kısa bir süre önce babasının kardeşlerinin izinden yürüyerek savaşmak üzere evini terk etti.

“6 çocuğum ve 11 kardeşim var, hepsi aynı kararı alsın hepsini desteklerim, burada köle gibi yaşamaktan iyidir” diyor esnaflıkla uğraşan 42 yaşındaki İhsan, “Ne zaman ya da nasıl öleceğinizi bilemezsiniz ama onurunuzla ölmek elinizdedir. AKP önünde diz çökmeyeceğiz.”

Bundan sonra görüşme yok

Savaşçıların taktiklerinin de Türkiye liderleri üzerinde benzer bir etki bıraktığı anlaşılıyor. Erdoğan dünyayı özerklik isteyenlerin başına yıkacağını söylemiş, bundan sonra ne PKK ne de PKK ile bağlantılı herhangi bir siyasal partinin görüşmelerde muhatap alınmayacağını ilan etmişti. “Artık görüşme filan yok” demişti Cumhurbaşkanlığı sarayında düzenlenmiş olan muhtarlar toplantısında.

Ankara’nın yeniden kararlılıkla Kürtlerin üzerine gitmesi IŞİD’in elini güçlendirmiş, saldırı kapasitesini arttırmış, örgüt yedi ay içinde 3 büyük saldırı gerçekleştirmişti. Buna karşın Erdoğan’ın 12 Ocak’taki saldırıların hemen ardından yaptığı konuşmada PKK’ye yüklenmesi dikkate değerdi. Kürt siyasetçi ve aktivist Leyla Zana’nın teke tek görüşme talebini bir türlü kabule yanaşmaması da.

Ne kadar yılgın ve bıkkın olsalar da, genç Kürt savaşçılar şehirler içinde özerk yönetim ilan etmeye ve yönetime el koymaya, PKK de sağduyuya uyarak polis karakollarını bombalamaya son vermeli. Ufukta seçim de olmadığına göre Türkiyeli liderler Kürt sorununu siyasallaştırma işini bir yana bırakıp Güneydoğu’dan çekilmeli ve barış görüşmelerini yeniden başlatmalı.

Ordunun, güvenliğin ve istihbarat teşkilatının tek vücut hareket ederek asıl tehdide, IŞİD’e ve sorunun kaynağı olan Suriye’ye odaklanması ancak böylelikle mümkün olabilir. Aksi takdirde yarılma derinleşecek, yeni nesilleri de Ankara’ya karşı silaha sarılmaya itecektir.

İhsan Seviktek, her şeye rağmen tarafların masaya oturabileceğine inanıyor. “Savaş mantığı AKP hükümetine ait, Türk halkına değil,” diyor. “İşte bu yüzden umudum var, çünkü bu ülkede savaş değil barış isteyen milyonlarca insanın olduğunu biliyorum.”

Çeviri: Defne Sarıöz
Kaynak: http://bit.ly/1nVTPgX


Kaynak: Birgun.net