Kant bütün ömrünü metafiziği anlamlandırmaya vermişti. Kozmosun, Tanrı’nın, Ruhun ve Özgürlüğün bilgi alanının, bilmenin dışında kaldığını söyledi ve çekip gitti dünyadan. Onun dünyadan ayırdıkları yaşamın kendisiydi. Michel Henry o devasa kitabı Barbarlık’ta tam da bundan söz ediyordu: Hissedilebilir yaşam dünyasını göz ardı etmek sadece bu dünyanın hissedilir niteliklerini devre dışı bırakmak değil, aynı zamanda, yaşamın kendisini de devre dışı bırakmaktır. Eğer Kant’a uysaydık ki uyduk, dünya tam da bu nedenle birbirlerini anlamayan insanlarla dolacaktı ki doldu. Biz Kant’a uyduk ve bütün bir dünyayı bilginin ve bilinenin sınırlarının içerisine hapsettik. Onun suç ortağıysa hiç şüphesiz Descartes’tı. Onların kurduğu hapishaneden kaçanlarsa kendilerine meczup denmesini göze alarak uzaklaştılar insandan: Aşk, yalnızlık, hiçlik, varlık ve intihar...

Artık örneğin intihar için, böyle bir dünyada, derin bir vicdan gerekir. Ya da ben bunu yazdığımda bir takipçinin altına not düştüğü gibi “Böyle bir dünyada derin bir vicdan intihar gerektirir”. Benzer şekildedir yalnızlığa olan biten de. “Seçilmiş bir yalnızlık insanın sahip olabileceği en büyük lükstür” diyordu insan ötesi yazanlardan birisi, şimdi seçildiği söylenen insanların yalnızlıklarının kurbanı oluyor dünya. Ve aşksa adını bir başka şeye verip uçtu gitti aramızdan. Kendisinin yerine artık huzursuzluk bakıyor.

Bugün, bir insanın, girdiğimiz barbarlık çağından nasıl çıkabileceğine ilişkin ne gerekiyorsa onu yapması gereken bir gün olmalı

Her şeyin tersine döndüğü bir dünyada başka bir şey olmalı artık. Terk etmeyince kurtulmalı, bilmeyince dokunmalı, ağlamayınca sarılmalı. Kant ömrünü aslında kendini olumsuzlayan bir yaşamın taşlarını örmeye verdi. Bilmeden. O bu dünyayı anlamaya çalışırken bilgi olarak göremediklerini dışladığı için düşmüştü bu kuyuya. Tıpkı çoğumuz gibi. Şimdi yaşamın dışında, onu yok sayan buyruklarla düzenleniyor hayat, ki o barbarlıktır. Barbarlık’ta dediği gibi, Barbarlık’tan geldiği gibi: “Böyle bir doğa, kurtarıldığı ileri sürülen yeşil alanlara rağmen, ne yeşildir, ne de mavi, gün doğumunda pembe değildir, ne de gece yaklaşırken hüzünlü.” Hüznün bile özleneceği bir çağdır bu çünkü hüzün en azından maskesiz, insani ve kendi kılığında dolaşan son duygularımızdandır. Ancak o da çekip gitmek üzeredir barbarlık çağına girmişken.

Artık başka bir şey olmalı. Terk etmeyince kurtulmalı, bilmeyince sevip dokunmalı, ağlamayınca sarılmalı. Örneğin bugün, bir insanın, girdiğimiz barbarlık çağından nasıl çıkabileceğine ilişkin ne gerekiyorsa onu yapması gereken bir gün olmalı.

Kaynak: Birgun.net