Mustafa Karadağ - Yargıçlar Sendikası Başkanı

Bugün 1 Eylül, yeni adli yılın açılış günü.

Adli yıl ilk kez yürütme gücünün başı Cumhurbaşkanı’nın imara aykırılığı giderilemeyen külliyesinde açılacak ve Cumhurbaşkanı ilk kez yargıçlara ve Yargıtay meslek mensuplarına seslenecek. Seslenmekle kalmayıp ne düşündüğünü de açıklayacak. Açıklayacak ki meslek mensupları bir de Cumhurbaşkanı’nın ne düşündüğünü düşünmek zorunda kalmasınlar; doğrudan bilsinler.

Bu arada bilindiği gibi TBMM’deki adli yıl açılış resepsiyonu, şehitler nedeniyle iptal edildi. Oysa bir katliamın acısı küllenmeden ve art arda şehit gelirken güle oynaya köprü açılışı yapılmasında bir sakınca görülmemişti. Adli yıl açılış resepsiyonlarında oynama faslı bulunmuyordu, fakat içkili olması ve TBMM çatısı altında laiklikten, demokratik cumhuriyetten, hukukun üstünlüğünden ve sosyal devlet ilkesinden konuşulması ihtimali iktidar nezdinde büyük bir risk teşkil etmiş olabilir.
Her ne kadar resepsiyon, gelenek bakımından önemliyse de işin magazin bölümü sayılabilir ve bunu tartışmak bugün için bizi konumuzdan uzaklaştırabilir.

Asıl mesele siyasi iktidarın milli hukuk yaratma isteğinin, evrensel hukuk ilkelerinin uygulanmasının önüne geçmesi. Nitekim her ne kadar Genelkurmay Başkanlığı 17 Temmuz 2016 tarihi, saat 16.00 itibariyle darbenin tam anlamıyla bastırıldığını açıklasa da 20 Temmuz 2016 tarihinde olağanüstü hal ilan edilmesini takiben Cumhurbaşkanlığı’nın başkanlığındaki Bakanlar Kurulu tarafından Olağanüstü Hal Kanunu’na aykırı olarak çıkarılan kararnameler ile bırakınız mevzu hukuku, tüm evrensel hukuk değerlerine aykırı şekilde, şimdi çete olarak nitelenmesine rağmen eski zamanların o her şeyinden feyz alınan muteber hocaefendisinin cemaatine ait olsun olmasın, ona ait olduğu iddiasıyla birçok okul, dernek, vakıf, ticari işletme, üniversite millileştirildi. Sonradan bazılarında hata yapıldığı kabul edilse de YARSAV gibi muhalif dernekler konusunda geri adım atılmadı. Aksine kapısına mühür vurulan, anahtarları alınan YARSAV’da darbe girişiminden kırk beş gün sonra aramalar yapılıp vakit darlığı ve olanaksızlıklar nedeniyle imaj alma yerine bilgisayarların harddisklerine el konulabildi.

Olağanüstü Hal Kanunu’na aykırı çıkarılan KHK’ler uyarınca bir çok kurumda olduğu gibi yargıda da HSYK tarafından 3700 civarında yargıç ve savcı açığa alındı, bunların 2847’si ihraç edildi. Ikinci ihraç dalgasının bugün veya yarın gelmesi bekleniyor. Fethullah Gülen Cemaati’ne yani FETÖ’ye mensup, siyasi iktidar tarafından maddi manevi her açıdan desteklenen ve ne isterlerse verilen yargıç ve savcıların Türkiye’nin hukukuna, geleceğine, kurumlarına ve yurttaşlarına çok büyük zararlar verdiğine; hukuksuz, sahte deliller ile insanları tutsak edip ölümlerine sebep oldukları konusunda kuşku yok. Fakat, açığa alınan, tutuklanan, ihraç edilen yargıç ve savcıların arasında FETÖ/PDY ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, aksine sosyal demokrat veya ülkücü kimlikleriyle bilinen, ne var ki siyasi iktidarın yargı uygulamalarını eleştiren ve içinde Yargıçlar Sendikası’nın üyelerinin de olduğu kimi yargıç ve savcıların haksız ve hukuksuz bir şekilde ihraç edildiğinde de kuşku bulunmamaktadır. Ne yazık ki HSYK, siyasi iktidarın oluşturduğu istihbari listelerin dışında bir inisiyatif kullanma basiretini gösterememiştir. Yargı içinde bulunan kötücül oluşum ile yapılması gereken mücadele ve soruşturma, ne yazık ki Türkiye’yi şimdiden zor duruma düşüren haksız, eksik, acemi, keyfi bir tasfiye hareketine dönüştürmüştür.

Hukuk ve demokrasinin bu şekilde askıya alındığı bir ortamda, yeni adli yılın açılışı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılıyor. Sanıyorum bize söylenmek istenilen şey; yeni dönemde ‘Başkan’ın iradesinin hukukun yerini alacağı, milli mutabakat günlerinde aşk misali, muhalefetin sesinin kesilip şimdi olduğundan daha fazla edilgen kılınacağı.

Danıştay üyelerinin görevine son veren yasanın yürürlüğe girmesinden hemen önce Cumhurbaşkanı tarafından Danıştay Meslek Mensupluğu’na seçilen iki kadın avukatın dinsel simge kullanıyor olması ise bize yeni dönemde yargının laik hukuk ilkelerinden uzaklaşıp din eksenli bir bakışa sahip olacağını gösteriyor.

Yasamanın baypas edildiği, kamusal alanın azımsanamayacak bir bölümünün “partili” olduğunu açıkça deklare eden Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan ve TBMM’de görüştürülmeyen KHK’ler ile yeniden düzenleniyor olması ise geri dönülemez biçimde tek adam rejimine gittiğimizin, bu bağlamda yargının da tek bir adama bağlı tutulacağının açık bir ifadesi gibi duruyor.

Yargının bağımsızlığı, ülkenin bağımsızlığıdır. Kuşkusuz yargı ile “siyasal olan” iç içedir, tarih bunu göstermiştir; fakat yargının “politik” görünen ancak egemenin tek taraflı, yani politikanın türediği asıl mecra olan “halk”ı dışlayan idari-hukuki işlemlerinden başka bir şeyi ifade etmeyen pratikleri karşısındaki bağımsızlığını sonuna kadar savunmak gerekir. Ve mücadele ne yazık ki siyasi iktidara “yanaşma” olmayı reddeden sivil toplum örgütlerine bırakılmıştır.

Kaynak: Birgun.net