Her ne kadar "beni ilgilendirmez" desem de kayıtsız kalamıyorum ne yalan söyleyeyim. Bu nedenle de Fetullah Gülen’in ekranlarda bülbül gibi şakıyan eski müritlerinin itiraflarını kaçırmamaya çalışıyorum. Rahatlıklarına, kaba sabalıklarına diyecek yok doğrusu.

İtiraf, gerçek bir pişmanlığın sonucu ise insanın yüzüne yansır herhalde. Ya da yansımalıdır. Hani, bir parça mahcubiyet, yüz kızarıklığı görsün istiyor kişi. Çünkü, itiraf etme edimi, içinde biraz suçluluk da, nihayet mahcubiyet de barındırır. Nedir itiraf? Kendi söylemlerinden/eylemlerinden ötürü topluma vaktiyle zarar verdiğini düşünerek kamusal bağışlanmanın yolunu açmak için itirafçı açısından bir başlangıçtır en azından. Suçluluk duygusundan kurtulmanın bir yolu da kuşkusuz.

Gerçi Anadolu değerler sisteminde itirafçıya öyle pek iyi gözle bakılmaz, malum. Çünkü itirafçılık çoğunlukla başkalarını ele vermekle beraber gelir. Şu “satış” dedikleri durumla yani.

Nasıl tipler bunlar? Manda gönünden yapılmış bir yüzle her gün karşımızdalar. İtirafçılığın bu tiplerin yaptığı türden olanı, suçluluk duygusundan kurtulma isteğinden bir hayli uzak geliyor bana. Suçluluk falan duydukları yok. Hani duyarmış gibi yapanlar da “rabbim affetsin” deyip çıkıyor işin içinden. Tabii ki Hıristiyan ulusu Augustine'in ya da Roussea'nunkine benzer türden itiraflar bekliyor değiliz ama "imanlarından" kaynaklanan bir haya duygusu da olsun diye umuyorduk en azından.

İtirafçılığın iyi olanı var mı peki? Rastlamadım, ama ben itirafçı olsaydım en çok bana vururdum. İyisi budur herhalde. Bunların topu ise “sıyrılma” derdiyle ihbarcı durumundalar. Ahlak, ar, haya, utanma gibi kavramlar itirafçılık gibi bir pozisyonda bile aramaktan vazgeçilemeyecek büyük erdemler yine de. Tamam, hiç birimiz "suçluyu korumasınlar" demiyoruz ama insan itirafçı olunca suç ortaklığından kurtulmasın bu kadar kolayca.

Kriminolijide itirafçıları “duygusal suç failleri” ile “duygusal olmayan suç failleri” olarak kategorilendirirler. İlkindekilerde saklanamaz bir pişmanlık vardır ki görülür bu. Yanlış yaptıklarını bilirler, denir. İkincilerde durum tam tersidir. Vicdani herhangi bir kaygıları yoktur. O nedenle aslında bir zamanlar sorumlu oldukları o “suç sayılan” ne varsa onlardan ayrı tutarlar kendilerini.

Bizim itirafçı bülbüller bu ikincilerden. Benim starım ise hiç tartışmasız Hüseyin Gülerce. Dinledikçe “anlat anlat” diyesim geliyor. Açık söyleyeyim Gülen hareketine ilişkin yeni bilgiler duymak için dinliyor değilim ben onu. Çoktan biliyorduk biz Gülerce'nin anlattıklarını. Ama Gülerce Türkiye’nin itirafçılık tarihinde özel bir yere sahip oldu şimdiden. Öyle ballandıra ballandıra itiraf ediyor ki, insanın itiraf edeceği bir şeyi yoksa bile itirafçı olası geliyor.

Örneğin, hareketin hem de en başında bulunduğu, bağlılığının dorukta olduğu zamanlarda tanık olduklarını, yani daha o zaman fark ettiği tuhaflıkları bir anlatışı var, bayılırsınız. Örneğin Gülen’in kendisini Mehdi sandığını falan o zamanlar fark etmiş. Kimse de “fark ettiğin için mi ayrıldın” demediğinden, sözüm ona Gülen’i ifşa ediyor. Yıldızlığı laf arasında sık sık “Ben etkilenmezdim, biliyorsunuz ben fizik öğretmeniyim” deyişinden geliyor. Tüm yaşamı mezarötesi anlayışların savunuculuğuyla geçmiş biri olarak “fizik yasaları” bilgisine sığınmasından çok etkilendim. Tabii insanın aklına “fizik yasası bilgilerine” sahip olduğu o zamanlarda acaba Fethullah Gülen’i de kandırdı mı sorusu geliyor. Tarzı bu belki de. Ya da Gülen’e “fizik yasalarına kanmıştım” itirafında bulunarak güven mi kazandı?

Gülerce’yi dinledikçe itirafını poliste, savcılıkta yapanları daha bir sempatik buldum, hale bakın. Bir suç örgütünün içyüzünü ortaya dökerken, adıyla sanıyla yapıyorlar bunu ama toplumun karşısına çıkmadan, itirafçılığın yaratacağı toplumsal ayıplamadan kaçma çabası içindeler çünkü. Bu çabaları, Gülerce’yi düşününce, çok erdemli bir tavır gibi geliyor bana. Kendi ayıbını toplumdan kaçırmak, sokakta herkesin gözü önünde hacet gidermekten kaçınmak gibi bir şey. Gülerce’nin herkesin gözü önünde hacet gidermek için onu engelleyecek herhangi bir bariyeri yok sanki. Neresi uygunsa döküyor içindekileri. İtirafları demek istiyorum tabii.

Ne de olsa “fizik öğretmeni”. “Doğru”nun nerede olduğunu kestirebiliyor. İktidar-cemaat kavgası başladığı anda “doğru” tarafın iktidar olduğunu anlaması uzun sürmedi. Cemaat tarafında oluşu neden o kadar uzun sürmüştü, şaşırıyor insan.

İtirafçı da olsan sorulmayanları anlatma bari. Bu, “durun şunu da söyleyeyim” demelere doymuyor. O kadar hızlı ki, kendi hakkında habire suç duyurusunda bulunduğunun farkında bile değil adam. Sevdi itirafçılığı.

Yırtayım derken gaza gelip, İster misiniz “asın beni” desin yakında.

Kaynak: Birgun.net