BERKANT GÜLTEKİN / [email protected]

Saltanat ile hilafetin ortadan kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı tarihin tek bir anında gerçekleşmiş ve orada noktalanmış olaylar değildi. Bir tarihsel gelişim ve olgunlaşmış şartlar içinde meydana gelmişlerdi. Aslında bu gelişmeler, İttihat ve Terakki Cemiyeti eliyle 1909’da anayasal monarşiye geçişle başlayan “devrimler” sürecinin halkalarıydı. Hem kendilerinden önceki bir dizi gelişmenin sonucu, hem de daha sonraları atılacak olan ilerici adımların temeli olma özelliğini taşıyorlardı.

Bugün 3 Mart 2016. Yani hilafetin kaldırılmasının 92’nci yıldönümü. Yaşananları anlamak için biraz geriye gitmek gerekiyor.

Önce saltanat gitti

1922 yılı… Milli Mücadele’nin zafere ulaşmasının ardından Mustafa Kemal Paşa, siyasal devrimleri gerçekleştirmek için fırsat kollar. Birinci hedefi saltanata son vermektir. Aradığı fırsatı Lozan görüşmeleri öncesinde bulur.

İtilaf Devletleri, İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak olan konferans için İstanbul ve Ankara hükümetlerine resmi davet gönderir. Halihazırdaki çift başlılığı ortadan kaldırmak için harekete geçen Ankara hükümetinin girişimlerinden ilk etapta sonuç çıkmaz. Düğüm 1 Kasım’da çözülür. 1 Kasım 1922 günü Meclis’te gerçekleşen toplantıya katılan Mustafa Kemal Paşa, oldukça “ikna edici” bir konuşma yapar. Saltanatın devamını isteyenlere şöyle seslenir: “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuşlardı (el koymuşlardı). Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin (saldırgan) hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Burada içtima edenler Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimaldir ki bazı kafalar kesilecektir.”

Bu sert çıkışın ardından TBMM’de alınan kararla 1 Kasım 1922’de saltanat ilga edilir. Böylece 623 yıllık Osmanlı İmparatorluğu hem fiilen hem de hukuken son bulur. Sıra, modernleşmenin ve dünyevileşmenin önündeki bir diğer engel olan halifeliğe gelmiştir.

Hilafet biraz daha yaşadı

Hilafet, saltanat kaldırıldıktan sonra 16 ay daha yaşadı. Halifeliğin kaldırılması o dönemin Türkiyesi açısından radikal bir adım olarak görülebilir ancak ‘zamanın ruhu’na uygundu. Artık dini birlikler eski gücünü yitirmiş ve “uluslar çağı” başlamıştı. Aynı dini paylaşan toplumlar farklı devletlere bölünmüş ve farklı toprak parçalarına “vatan” demeye başlamışlardı. Osmanlı da bu gelişmelerden payını fazlasıyla almıştı.

Diğer yönüyle hilafet, saltanatla birlikte Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının aklındaki burjuva karakterli devrim anlayışı ve cumhuriyet ideolojisiyle çelişen iki olguydu. Kemalist yönetim saltanat ve hilafet kurumlarını; akıl ve bilime dayanan, kapitalist sermaye birikimine uygun, ulusal egemenliğin hâkim olduğu, hukuk devleti temelinde yükselecek laik bir cumhuriyetin önünde engel olarak görüyordu.

Tarihi gelişmelerden devam edelim...

Vahdettin kaçınca…

Tarih 17 Kasım 1922… Son padişah Vahdettin bir İngiliz zırhlısıyla Malta’ya kaçar. 18 Kasım 1922’de Meclis’te alınan karar neticesinde halifelikten düşürülür. Aynı gün yapılan seçimle, veliaht Abdülmecit Efendi 162 oyundan 148’ini alarak halife unvanını kazanır.

Ne var ki Mustafa Kemal Paşa, halifeyi huzura erdirmez. Refet Paşa (Bele) aracılığıyla Abdülmecit Efendi’ye davranış sınırlarını iletir. Abdülmecit Efendi’nin yalnızca Halife-i Müslimin sanını kullanmasını ister. Bundaki amaç halifenin Osmanlı hanedanını ima edecek herhangi bir imzayı kullanmasını engellemektir. Fakat Abdülmecit Efendi sınırlanmayı kabul etmez. Dolayısıyla halife ve Mustafa Kemal Paşa iktidarı arasında başından itibaren bir gerilim söz konusudur.

İlk tebrik halifeden

29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’e doğrudan karşı çıkan olmaz. Hatta Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasını ilk kutlayanlardan biri de Halife Abdülmecit Efendi’dir. Ancak muhalefet, sıranın hilafete geldiğini anlamıştır. Zamanla ortalıkta halifeliğin kaldırılacağı yönünde haberler dolaşmaya başlar. Rauf Bey (Orbay), öteden beri Ankara hükümetine mesafeli olan İstanbul basınına, cumhuriyetin ilan edilme tarzını eleştiren bir demeç verir. Takip eden günlerde Rauf (Orbay), Adnan (Adıvar) ve Refet (Bele), Halife Abdülmecit Efendi’yi ziyaret eder. Bu, “Hilafetin arkasındayız” mesajıdır.

İstanbul’daki bu gelişmeler Ankara’da bir “geriye dönüş” şüphesine yol açar ve yeni yönetimin tepkisini çeker. İsmet Paşa, İstiklal Mahkemeleri’ni ima ederek, “Bir halife, zihninden milletin mukadderatına karışmak arzusunu geçirirse o kafayı behemehal koparacağız. Hıyanet-i vataniye sayacağız” der. Nitekim TBMM’de, basına ve halifelikten yana tavır koyanlara gözdağı vermek amacıyla 8 Aralık’ta İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulması kararlaştırılır. Bazı gazeteciler 9 Aralık’ta tutuklanır. Yargılamalar sonrasında “vatana ihanet”ten tutuklanan gazeteciler beraat eder. 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey ise yaklaşık 2 ay sonra Meclis tarafından affedilir. Fakat gözdağı verme girişimi başarıya ulaşmıştır.

Süreç hızlanır… 1924’ün başında Mustafa Kemal Paşa hilafete karşı adeta tam saha pres uygular. Hilafetin bütçesinin artırılmasına karşı çıkan bir telgraf çeker. Telgrafında, “Hilafet makamı bizce en nihayet tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyete haiz olamaz” ifadesini kullanır. 1 Mart’ta Meclis’in yeni dönemini açarken yaptığı konuşmada hükümetin amacını ana hatlarıyla anlatır. Bu planda “milli egemenliği” gölgede bırakacak hiçbir iradeye yer yoktur. 2 Mart günü Halk Fırkası’nın parlamento grubu üç yasayı onaylamak için toplanır. Ertesi gün bu üç önerge Meclis’e sunulur.

Üç yasa birden

Ve artık bir devrin sonu gelmiştir.
3 Mart 1924’te “Hilafetin İlgasına ve Hanedan’ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun” kabul edilir. Bu, Meclis iradesiyle hilafet makamının sonu demektir. Kanun isminde de belirtildiği üzere Osmanlı hanedanına üye olanların yurt dışına çıkarılmasına karar verilir. Masraflar devlet tarafından ödenecektir. Bu kanunla birlikte eğitimin laikleştirilmesi amacıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilir. Ayrıca çıkan kanunların şeriata uygun olup olmadığını denetleyen Şerriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulur. Erkan-ı Harbiye Vekaleti’nin yerini ise Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı alır.

İsviçre’ye gönderildi

Yasa onaylandıktan hemen sonra İstanbul Valisi Haydar Bey ile Emniyet Müdürü Sadettin Bey, Dolmabahçe Sarayı’na giderek Abdülmecit Efendi’ye yola koyulmak üzere hazırlanmasını söyler. İlk başta karşı koymaya çalışan Abdülmecit Efendi, hiçbir imkânı kalmadığını anlayınca teslim olur. Çünkü çoktan sarayın etrafı sarılmış ve telefon hatları kesilmiştir. Abdülmecit Efendi ve Osmanlı hanedanının İsviçre’ye gönderilmesine karar verilir. Bir müddet parasal yardım alabilmek için sekreterini Paris ve Londra’ya gönderen Abdülmecit Efendi umduğunu bulamaz. 1944 yılının Ağustos ayında Paris’te hayatını kaybeden son halife, Suudi Arabistan’ın Medine şehrinde toprağa verilir.


Kaynak: Birgun.net