CAN UĞUR @canugur1987

Yeni anayasa tartışmaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık isteği ve bu isteğin ortaya çıkaracağı Türkiye. Kamuoyunun son günlerde en çok tartıştığı konuların başında bu meseleler geliyor. Türkiye’de demokrasiden yana olan birçok kesim başkanlık tartışmasını Erdoğan ve AKP’nin kuracağı faşizan bir ülkenin kurumsal dayanağı olarak yorumlarken AKP’ye yakın kesimler başkanlık ve ‘sistem tartışmasını’ nasıl yorumladıklarını dile getiriyorlar. Bu isimlerden bir tanesi de iktidarın yayın organı olarak bilinen Star gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak’ın dün kaleme aldığı yazı. Albayrak yazısında ‘sistem tartışmasını’ bir adım öteye taşıyarak ‘hilafetin gerekliliğine’ işaret ediyor. Yazısında bölgede ve dünyada ‘İslam liderliğinin’ hakim olmasına değinen Albayrak’ın yazısının özeti son satırlarında ifade buluyor: Velhasıl bugün İslam coğrafyasının, duçar olduğu bu küresel zulümlerden kurtulmasının tek yolu silkinip kendine gelmesi ve “Hilafet”in fonksiyonunu yerine getirebilecek bir oluşumun şemsiyesi altında birleşmesidir.


İktidar kanadından gelen ‘demokratik anayasa’ yönündeki açıklamaların ardından yazılan bu yazıyı Ankara Üniversitesi’nden siyaset bilimine yönelik çalışmalarıyla tanınan Yrd. Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu’na soruyoruz. Saraçoğlu’na göre Albayrak’ın sözleri ile iktidarın bölgede izlediği Neo-Osmanlıcı zihniyet paralel. AKP’lilerin demokrasi söylemlerinin bir karşılığının olmadığını belirten Saraçoğlu ‘İzlenen dinci politika ile içeride kendine konsolide bir toplum yaratılmak isteniyor’ diyor. Cenk Saraçoğlu’nun 3 başlık halinde topladığımız görüşleri şöyle:

‘SAÇMALIK DEYİP GEÇEMEYİZ'
Türkiye’de hilafet tartışmalarını gündeme getirenler İslam dünyasını birleştiren ve kontrol eden bir yüksek dini otoritenin olmamasını bugün bölgemizde yaşanılan sorunların temel kaynağı olarak ifade ediyorlar. Buradan yola çıkıp da muhtemelen Türkiye’de merkezi olacak bir hilafet kurumunun gerekliliğine vurgu yapıyorlar. Buna basında her gün rastladığımız “saçmalıklardan” birisi deyip geçmek kolay gözükebilir. Öte yandan bu iddiaların arkasındaki düşünce dünyasının bugün Türkiye’nin dış politika söylemine ve pratiğine de yön veren Neo-Osmanlıcı zihniyetin tipik bir görünümü olduğunu gözardı etmemek gerekir.

‘GERÇEKLİK DUVARINA ÇARPTI AMA... ’
Kendi içerisinde son derece karmaşık dinamikler barındıran; yirminci yüzyıl içinde gerek emperyalist müdahalelerle gerekse de kendi iç dinamikleriyle dönüşüme uğramış bir Ortadoğu coğrafyasını “Osmanlı mirasına” dayanarak Türkiye’nin yayılabileceği bir havza olarak gören anlayışın içerisinden “halifelik geri gelsin; onu da biz temsil edelim” şeklindeki uçuk fikirlerin çıkmasına şaşırmamak gerekir. Şaşırtıcı olan bu fikirlere zemin teşkil eden bu Neo-Osmanlıcı fikriyatın Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki pek çok gündemde “gerçeklik” duvarına çarpmasına rağmen halen can havliyle savunulabiliyor olması.

‘KENDİ KİTLESİNE DÖNÜK BİR SÖYLEM'
Bu fikirleri artık Türkiye’nin nüfuz etme şansı bulunmadığı Ortadoğu’ya yönelik bir proje veya hamle olarak değil, içe, yani Türkiye’de artık bu fikirlerin alıcısı kimlerse onlara yönelik bir retorik olarak okumak gerekir. Neo-Osmanlıcılık en başta hem içerideki İslamcılaşma ile uyumlu hem de dışarıdaki bazı dış politika arayışlarına yön veren ya da bunları meşrulaştıran bir ideolojik projeydi. Dışa yönük yüzü çok kısa sürede tıkandı. Geriye sadece bunun “içeriye” yönelik o da sadece iktidarın savunucularına hitap eden söylemsel işlevi kaldı. “Halifelik olsaydı; her şey daha güzel olurdu” demek artık dışarıda iyice tıkanmış bir iktidarın içerideki olası krizini daha da İslamcılaşarak aşma çabasına onay istemek anlamına geliyor.

Kaynak: Birgun.net