ASLI DELİKARA

Büyükşehir kültürüne ayak uydurabilenlerdenseniz alıştığınız düzenden farklı, usul usul akan bir hayat bulacaksınız bu yoksul Afrika ülkesinde. Tanzanya pek az firmanın tur düzenlediği, oldukça pahalı bir destinasyon. Afrika ve bazı Latin Amerika ülkelerine gitmeden evvel aşı olmanız gerekiyor. Aşı kartı zorunlu. Sıtma ölümcül bir hastalık, şakası yok, gittik aşımızı olduk. İlacı da aşıyı da devlet ücretsiz sağlıyor. Lakin her ikisi de insanı halsiz bırakıyor, tatile hasta başlıyorsunuz.

(Rujun hammaddesi)

Havaalanında tanıştığımız kafile (8-9 genç ve birkaç “abi”) Tanzanya’ya kurban kesmeye gidiyormuş. Avusturya, Almanya, Belçika gibi ülkelerden toplanmışlar. Önce şaka yapıyorlar sandım. Nerede kurban keseceklerini, adaya geçip geçmeyeceklerini, konuştuğum genç bilmiyor, “abi”leri söyleyecekmiş! “Uçak bileti pahalı, aranızdan 2 kişi görevlendirseniz daha fazla kurban keser dağıtırdınız” gibi rasyonel olma çabamı çocuk anlamıyor. “Bu adanmışlık solda olaydı devrim garantiydi” diye içleniyorum. Milli Görüşçü Hasene Vakfındanlarmış. Dönüşte de bir başka kafile vardı, uçakta sırayla business class’ta namaz kıldılar. Konuştuğumuz Tanzanyalılar “Sizden hep adamlar gelip evlere kapanıyor ne yapıyorlar anlamıyoruz” diyor. Artık günahları boynuna…

Aktarmasız tek sefer var o da 02.30’da başkent Darüsselam’a iniyor. Görmek istediğimiz yerlerse Zanzibar yani ada kısmında. Şehrin gece güvenli olmadığını her yerde okuduğumdan terminalden ayrılmayıp, seferleri sabah 07.30’da başlayan pırpır uçakları beklemeyi tercih ettik.

Zanzibar’ın iki yüzü
Ve Hello Africa! Tropikal ülkelerde bir de kutuplara yaklaştıkça gökyüzü mavisi bir başka güzel oluyor. Her yerden yeşillikler, hindistancevizi ağaçları fışkırmış, kıyafet renkleri olağanüstü. Doğada rastlayacağımız canlılık Afrika desenleriyle buluşmuş. Tozlu yollarda sazdan kerpiçten kulübeler var. Sokak tezgâhlarının içinden geçiyoruz, tavuklar bile ağır çekim eşeleniyor.

Adanın doğusunda Stone Town denen bölge cıvıl cıvıl. Meydanda Queen’in solisti Fredy Mercury’nin doğduğu ev sizi karşılıyor. Hintlilerin çokluğu dikkatimizi çekiyor. İşyeri sahibi, otel yöneticisi gibi daha yüksek gelirli işlerdeler, yemek kültüründe ciddi bir etkileri mevcut, TV’lerde en az 20 Hint kanalı gösterimde.

Adanın bu yakasında (doğu) dev kaplumbağaların olduğu Prison Island, Yunuslarla yüzebileceğiniz, renkli balıkları göreceğiniz Menai koyu ve baharatları ağaç ve kök olarak tanımaya imkân veren baharat bahçeleri var.
Zencefil, yenibahar, karabiber, kakao, kahve, tarçın, mentol ve buna benzer bitkileri; kök, meyve, tohum olarak tanımak gerçekten özel bir deneyim. Rujun bile hammaddesi tanıdık bu turda.

Yunusların bulunduğu koyu bilen teknelere biniyoruz. Kıyıdan 4-5 km uzakta küçüklü büyüklü sürüler dibinizden geçiyor, bu kadar nur yüzlü bir hayvan olamaz; boyunlarına sarılıversem dünyalar benim olacak. İzlemekten yüzemiyorum bile.

Dev kaplumbağalar ise büyük ve doğal bir parkın içinde. Kimisi 250 yaşındaymış. Çok hızlı hareket ediyorlar ve verdiğimiz yaprakları yemek için yarışıyorlar. Ceylan ve maymun yavruları da hoplayıp sıçrıyorlar. Bense sınırlı bir alanda olduklarına üzülüyorum; nihayetinde doğal da olsa parktayız.

Adanın batısında gelgit şöleni

(Gelgit esnasında çalışan kadınlar)

Adanın batısı daha yoksul; içinde sadece bir yatağın olduğu, iki tuğla ve tencerenin mutfak yerine geçtiği evlerin yanıbaşında lüks oteller var. Kalırken vicdanen rahatsız olduk, yoksulluk öyle böyle değil.

Deniz ve kumsal bu tarafta olağanüstü. Ama asıl görülmeye değer şey, metrelerce süren gel-git’e tanık olmak. Gece çekilmeye başlayan deniz, sabahleyin bembeyaz bir kum yolu oluveriyor. Yerel halk bu süreyi yengeç, midye ve balık avlamak için kullanıyor. Deniz 12.00’ye kadar yavaş yavaş geri geliyor. 3 saat önce yürüdüğünüz yerde su boyunuzu aşıyor.

Müslüman Tanzanyalılarda 2-3 yaşındaki kız çocukların dahi başı kapalı. Biz "Kemalist teyze" refleksiyle hayıflanırken kaç göç olmadan yaşamalarına şaşırıyoruz. En çok da turistik olmayan geleneksel eğlencelerini merak ediyoruz. Şansımıza Tanzanya elçiliğinde görevli Suriyeli diplomat Sulafa ile tanışıyoruz, bize en kral mekânı buluyor. Benim için Afrika’nın kodları orada çözülüyor ve ömür boyu hatırlayacağım bir gece yaşıyorum. 200-300 kişilik, Anadolu’da subay gazinosu ile çay bahçesi arası bir mekânda, sahnede 5 kişilik orkestradan Afrika ezgileri dinliyoruz. Tek yabancı bizleriz. Sahnede konser sürerken bitişikteki diskonun lağımı taşıyor, sahnede şarkıcının yanı başında olan logar kapağı açılıyor! Sahnede konser var, dibinde lağım açılıyor. Acayip fantastik bir ortam; sık sık tekrarladıkları Hakuna Matata ruhu budur dedim: Hiçbir şeyin acelesi yok, özel bir sırası yok, çok da önemi yok.

Mekânda erkek erkeğe gelen, kadın erkek karışık gelen, sadece genç kız grupları halinde gelen topluluklar var. İsteyen gazoz, isteyen içki içiyor. Havaya giren kendini sahneye atıyor. Tek başına kadınlar da çıkıyor ve sahnedeki tek kadın olmasını umursamıyor bile, ama başlar sımsıkı kapalı. Ayak uydurmanın imkânsız olduğu ritimlerle dans ediyorlar. Farkımız bence şu; bizler enstrüman ya da vokalin ritmiyle dans ediyoruz, Afrikalıların ritmiyse kalbinden geliyor.

Reggae, popüler Arapça şarkılar, RAP’le şahane figürler izliyoruz. Derken Latin müziğine geçiliyor ve Samba, Cha cha dansının afro-latin kökenini yüzyıl kadar başa sarıp ilk sahiplerinden izliyorum. Müziğe ve dansa meraklı olduğum için hayatımın tecrübesiydi diyebilirim.

Müziği yaşıyorlar


Son gün Darüsselam’da bir kilise ayinine tanık olduk. Ayinde, alkış kıyamet, dans edenler vardı yani konser gibiydi. Müziği bu kadar duyarak yaşayan insanlar görmedim desem yeridir.

Şehrin en meşhur mekânı ise balık pazarı. Hint okyanusunun nimeti balıkların satıldığı, balıkların pişirilip yendiği büyük bir mekân.

Tanzanya hem doğal/kültürel gezi, hem de deniz tatili için ideal bir yer. Tek başına bir kadın için pek tavsiye etmem zira adanın etrafında taksilerle dolaşılıyor, ışıksız tenha yollarda Allah’a emanet gidiyorsunuz. Hediyelik eşyalarda, ada turlarında, oda fiyatlarında her daim pazarlık etmeniz ve uyanık olmanız şart. Yemekler temiz, güzel ve Hint mutfağını andırıyor. Hijyen meraklılarına da bir not düşeyim; gördüğüm en yoksul ülke ama tuvaletler, mekânlar inanılmayacak kadar temiz, pırıl pırıl.

Afrika’yı tanımak, Müslümanlığın ezber bozan hallerine şaşırmak, muhteşem denizinde yüzmek, biz gitmedik ama doğal parklarında safari yapmak, dert ettiğimiz pek çok şeye takılmadan yaşanıp mutlu olunabildiğini görmek için Tanzanya’ya gidebilirsiniz, ama baştan söyleyeyim; çocukların boncuk bakışlarından önce, yüzünün kirini pasını görüyorsanız o çocukları da Afrika’yı da kucaklayamazsınız. Tanzanya konfor değil deneyim vaad ediyor ve kesinlikle buna değer.

*Hakuna Matata; boşver, takma kafana, problem yok gibi anlamlara geliyor.

***

Siyasi ve dini yapıyı anlamak zor

Tanzanya bir tarım toplumu. Halkın yüzde 80’i köylerde yaşıyor. Zanzibar’ın yani adanın yüzde 99.5’i Müslüman. Şehirlerde bu oran; yüzde 60 Müslüman, % 20-25 Hıristiyan ve % 10-15 yerel dinler şeklinde düşünülüyor. Müslümanların da tahminen % 80’i Sünni % 20’si Şii. Kesin bilgi yok, zira hassas bir konu kabul ettikleri için 1967’den beri nüfus sayımlarında dine dair soru sorulmuyor.
120’den fazla etnik grubun yaşadığı ülkede resmi dil Svahili ve İngilizce. Halkın büyük çoğunluğu Svahili dilini konuşuyor.
Hukukta ise kabile, İslam ve Birleşik Krallık yasaları bir arada işliyor. Sırayla Arap-Hint, Alman ve İngiliz sömürgesi olmuş ülke, 1964’te Zengibar’da yapılan Sosyalist bir devrimle Arap Hint egemenliğine son vermiş. Palme’den esinlenerek İskandinav modeli bir yönetim benimsemişler ama 25 yıl dayanmış. Bu süreçte, Tanganika ve Zengibar, yani iki ülke olan topraklar, Tanzanya adıyla birleşmiş.

Kaynak: Birgun.net