ZEYNEP YÜNCÜLER

Bölge'deki abluka altında baskı ve engellemelere rağmen çanları pahasına çalışan meslektaşlarımız gazeteciler ile için başlattığımız Haber Nöbeti'nin 4.günü; son günündeyim. Aslında dönmek istemiyorum. Sıcak haber peşinde koşmanın ve dayanışmanın tadı damağımda kaldı. Neyse ki haber nobeti devam ediyor. Haftaya 3. ekip Bölge'deki meslektaşlarımız ile iş başında.

***

2. ekipten neredeyse herkes İstanbul'a döndü. Fatih Polat ve bildiğim kadarıyla Mesut Bayram da benim gibi daha dönmemişti. Son günümde nöbet arkadaşlarım Evrensel Gazetesi ve Hayat TV muhabirleri Hasan Akbaş ve Fırat Topal. İlk haberimiz için 51 gündür, abluka altındaki bölgelerde sağlık hizmeti verebilmek, ölümleri durdurmak ve barış demek için 'Ölüme karşı yaşam siyaha karşı beyaz duruş' nöbeti tutan sağlıkçıların Diyarbakır Belediyesi önünde gerçekleşecek basın açıklamasına gitmek için Ofis semtindeki Evrensel'in dairesinden çıkıyoruz.

Haber dışarıda

Nöbet arkadaşlarım ile haber alanına doğru giderken sohbet ediyoruz. Hasan'ın bir yıldır Diyarbakır'da yaşadığını, Ankara'dan geldiğini ve Ankara Katliamı mağduru bir gazeteci olduğunu öğreniyorum... Fırat ise doğma büyüme Diyarbakırlı, Bölge'de gazeteci olmak ile ilgili epeyce konuşuyoruz. Fırat'ın bir sözü konuşmamızı özetliyor: " Annem her gün arıyor, 'Oğlum ofiste haber yapacan de mi, dışarı çıkmayacan', 'Evet anne' diyorum. Ama tabii çıkıyorum, haber dışarıda ve buradaki haberler yazılması, duyulması gereken haberler, öleceksem bile, anlamlı bir şey için ölecem."

Bombalar barış sözcüklerini sansürledi

Diyarbakır Belediyesi önüne varıyoruz. Sağlıkçıların basın açıklaması başlamak üzere. Toplanma başlıyor. Nöbet adına basın açıklamasını Saadet Avcı Demir okuyor. Neredeyse Diyarbakır'daki tüm meslektaşlar orada, habere, haber takibine değer veriyorlar. Demir, basın açıklamasında " Bomba ve silah sesleri altında 'Nasıl barış olur' diye tartıştık"derken, o sırada Sur'da, yani belediyeye 500 metre uzaklıkta bomba ve silah sesleri yükseliyor. Barış adına okunan basın açıklamasını şiddetlenen bomba sesleri bastırıyor. Bir yandan fotoğraf çekerken içimden diyorum: " Bombalar yaşam hakkı ve barış sözcüklerini bile sustuyor, bu öldürüşler nasıl engellenecek"

Buradaki haber takibi bitiyor. Hasan'dan ayrılıyoruz. Fırat ile devam ediyorum. Fırat'a son günümde 'İnsan hikayesi dinlemek istiyorum' diyorum. Sur'dan göç etmek zorunda kalmış ailelerle konuşmak için Şehitlik Mahallesi'ne doğru yürüyoruz. Çünkü Şehitlik Sur'dan göç etmek zorunda kalmış ailelerin çoğunlukta yaşadığı bir mahalle.

Eşit Yurttaş Özgür Derneği'nin önünden geçiyoruz. Fırat buranın abluka mağduru ailelerin giyecek ihtiyaçlarını karşılandığı bir dernek olduğunu söylüyor. Hemen içeri giriyoruz. Çoluk çoçuk, kadın, yaşlı, genç, yere bir örtüyü serpilmiş giyeceklerden kendilerine uygun olanı alıp gidiyorlar. Göç etmeye zorlanan ailelere burada denk gelince, hikayeleri dernekte dinlemeye başlıyoruz.

Acıtasyona değil gerçeğe ihtiyaç var

Halkın öfkesi ve üzüntü çok büyük; ancak hala gür sesleri ve güçlü duruşları var. Mağdur aileler, "Acıtasyona değil, gerçeği duyurmaya, gerçekleri tüm vicdansızların suratlarına haykırmaya anlatmaya ihtiyacımız var" diyor.

Anlatsam bitmez

80 yaşındaki Mevlüde Gücenir'e denk geliyorum, Kürtçe konuşmaya başlıyor, dediklerini anlamıyorum ama öfkesi ortada. Fırat benim için çeviri yapmaya başlıyor. Mevlüde nine başlıyor: "Hiçbir şey almadan evimden çıktım. Ben pazarda sarımsak satarak geçimimi sağlıyordum. Kira ödemek beni çok zorluyor. 3 aylık yaşlılık maaşım var onunla kiramı veriyorum yiyecek için bir şey kalmıyor. Yiyecek ihtiyacımı etraftaki yurttaşların yardımıyla sağlıyorum. Bir oğlum kanserden öldü diğeri ise 6 yıl önce yurt dışına gitti ve bir daha haber alamadım. Kimsem yok. Bir başımayım. Halimi soran kimsem yok. Herkes kaçınca ben de kaçtım. Bir genç bana burada bir ev buldu. Başıma ne geldiğini kimse bilmiyor. Anlatsam bitmez. Giyecek bir şey yok. Yiyecek yemeğim de yok. Dernek ve belediye gıda ve elbise ihtiyacımı karşılıyor."

Cenazeleri köpekler yiyor

İsmini vermek istemeyen bir anne ise, 90’larda köylerinden zorla çıkarıldıklarını şimdi ise şehirlerde göçe zorlandıklarını belirterek “Yıktıkları mahallerde bayrak asıyorlar. O bayrakta bizim de kanımız var. O bayrak kimsenin tapulu malı değil, hem sorun bayrak mı!” diyerek devam etti.: "2 aydır Sur'da cenazelerimiz yerde onları köpekler yiyor. Kadınların bedenlerini soymak cenazelerinin yanında poz vermek bu hem cenazeye hem de o kişinin kendi inancına hakarettir. Böyle bir şey hangi dinde var. Biz bu zulmü kabul etmiyoruz etmeyeceğiz de” diyen anne, polis ve asker annelerine de seslenerek “ Polis ve asker anneleri vatan sağolsun demesin bir anne çocuğunu vatan için mi büyütüyor? Vatanı yönetenlerin çocukları nerede? " diyerek sözlerini bitirdi.

Bunu hangi halk der

6 çocuk annesi Zeynep, Sur’da yasağın uygulandığı ve çatışmanın arttığı dönemde 9 gün çocuklarıyla evde kaldıklarının fakat açlığa ve susuzluğa dayanamayıp evlerinden çıkmak zorunda kalmış. Anne Zeynep, eşinin Sur ilçesindeki Hevsel bahçelerinde marul, roka, soğan ekip bunları pazarlarda satarak geçimini sağladığını söylüyor.. Şimdi ise hiçbir geçim kaynağının olmadığını belitiyor. Anne Zeynep, dernek sayesinde ihtiyaçlarının karşılandığını söyleyerek devam ediyor: “ Altı çocuğumu bir döşekte uyutuyorum. Sekiz kişilik bir aileyiz 2 battaniye ve 2 döşekle uyuyoruz. Çocuklarım ablukadan okula gidemiyor. Bu durumda bile biz Barış diyoruz, bunu hangi halk der?. Öldürülüyoruz, aç bırakılıyoruz, evimizi yıkıyorlar biz yine barış diyoruz."

Kaynak: Birgun.net