28 Kasım 2013 tarihli Taraf’ın sürmanşetinde yer alan bir haber, bavuluyla tanıdığımız halen tutuklu gazeteci Mehmet Baransu’nun imzasını taşıyordu. Habere göre, 25 Ağustos 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nda Fethullah Gülen Grubu’nun faaliyetlerinin tasfiye edilmesine ilişkin 15 ayrı karar alınmıştı.

Habere konu olan MGK’den 9 yıl sonra sızdırılan belgelere göre “Gülen’i bitirme planı”nın altında, dönemin Başbakanı Erdoğan dahil olmak üzere tüm MGK üyelerinin imzası vardı.

•••

“Gülen’i bitirme kararı, 2004’te MGK’de alındı” başlıklı haber, çarşıyı epey karıştırdı. AKP saflarında da sıkıntıya yol açtığı epey açıktı.

“Yüreklere su serpen” açıklama, sabah saatlerinde Erdoğan’ın o dönem başdanışmanlığını yapan Yalçın Akdoğan’dan gelmişti. Akdoğan Twitter hesabından şu açıklamayı yapmıştı:

“2004’teki MGK kararı hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmiş, hiçbir bakanlar kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır.”

•••

Cemaate yönelik yaklaşımı nedeniyle geçenlerde “Bana ahmak diyebilirsiniz” diyen Bülent Arınç de o günlerde boş durmamış, Başbakan Yardımcısı sıfatıyla şunları söylemişti:

“Böyle bir karar alınmış olsa bile bu sadece tavsiye niteliğinde olabilir. Hükümet kesinlikle bu yöndeki tavsiyelere uymamıştır.”

•••

Peki o MGK kararında neler önerilmişti? Cemaat okullarının izlenmesi, öğrenci evlerine engel olunması, bağışçıların denetlenmesi gibi, bugünlerde yaşananlara kıyasla oldukça yumuşak öneriler vardı. O dönemki kararların altına imza atıp-Cemaat’le aralarındaki vazo o sırada çatlamış olmasına rağmen- “Vallahi uygulamadık, yok hükmündeydi” diyenlerin de inandırıcılıkları artık “yok hükmünde”dir. Her “FETÖ” dediğinizde “Darbe girişimine giden yolun taşlarını siz döşediniz” yanıtı verme hakkımız da mahfuzdur.

***

11 Şubat 2011’i biz unutmadık

AKP’nin FETÖ’ye önceden verdiği destek için yaptığı “Kandırıldık” savunması, kamuoyunu çok tatmin etmiş görünmüyor. Sosyal medyada bu ara en sık göze takılan mesaj bu: “Laikçi teyzeler niye kanmadı?”

Peki gerçekten bu ülkenin duyarlı kesimleri neden aldatılamadı? Bugün olacakları söylemek için müneccim olmak gerekmiyordu. Bugünleri yıllar önce görenler de vardı elbette...

Tarih 16 Şubat 2011. Daha MİT krizi patlak vermemiş, AKP-Cemaat koalisyonu çatlamamıştı. Ergenekon ve Balyoz benzeri kumpaslarla her gün onlarca insan tutuklanıyor, her geçen gün bu kaolisyonun “savcı”lığında yeni bilgi ve belgeler, özel telefon konuşmaları malum medya üzerinden fâş ediliyordu. O şubat günü Meclis’te bir basın toplantısı düzenlendi. Dönemin CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, kendi genel başkanlarından gazetecilere kadar binlerce insanın telefonlarının uyduruk gerekçelerle dinlenmesinin Anayasa’nın açık ihlali olduğunu söylüyordu. Ama açıklamasının son cümlesi, gerçekten bugünlere ışık tutacak cinstendi:

“Türkiye’de yaşananlar, belirli politik amaçlara ulaşmayı amaçlayan, Türkiye’nin iç ve dış politikasına yön vermek isteyen bir grubun organize faaliyeti niteliğindedir.

Buradan siyasi iktidarı uyarıyorum, bu organizasyonları, yasadışılığı ortadan kaldırmalıyız.

Bu durum çağdışı bir anlayışın ortaya çıkardığı büyük bir ayıptır.

Gün gelir bu organizasyonlar seni de vurur.

Bugün 16 Şubat 2011... Bu tarihi unutmayın. Söylediklerim çıktığında ‘Çetin Soysal bu konuda basın toplantısı yapmıştı’ dersiniz”.

Biz bu tarihi unutmadık. Umarız tarih de unutmaz.


***

’dan Z’ye gazetecilik ayıbı

Anadolu Ajansı’nın geldiği durum ortada. Binlerce iyi gazetecinin emeğiyle bugünlere gelen kurum ne yazik ki artık Zaytung mualemesi görüyor. Buna rağmen bazı anlı şanlı internet sitelerinin, gazete portallarının ’nın tufasına düşmeleri akıl alır gibi değil. İtibar suikastı olduğu açık haberleri başka hiçbir kaynaktan doğrulatma zahmetine girmeyip yayınlıyorlar. Haberin yalan olduğu ortaya çıkınca “Cık cık... ’dan bir dezenformasyon haberi daha” tadında yeni haberler servis ediyorlar. Boşluğa bakıp ıslık çalmayın, iyot gibi açıktasınız.

***

Gurbetçi ‘enişte’ şart

Gazetecinin en büyük kabusu haber atlamaktır. Rakip gazeteyi okurken yaşanan o hasedin tarifi gerçekten yoktur. Bir istihbarat örgütünün “darbe”yi uzun atlaması ise bundan beter olsa gerek.

Malum, MİT darbeyi önceden haber alamamış, Erdoğan ve hükümete ise “enişte”den sonra iletebilmişti. Askeri birliklerdeki hareketliliği Rus ve İran bile önceden haber alıp Ankara’ya bildirmişti.

Bütün bu yaşananlardan sonra hükümetin MİT Yasası’ndaki değişiklik hazırlığı, Yenimahalle’nin canını daha da sıkacak gibi. İçerideki darbeyi bilemeyen MİT, artık sadece dış istihbarattan sorumlu olacak. Umarız Erdoğan’ın gurbetçi enişteleri vardır. Malum, olan bitenleri MİT’ten önce kendisine haber edecek birileri şart.

***

Kafa nereye biz oraya...

Gazeteci dostumuz Eray Özer, Twitter’da hatırlatmış. Fransız felsefeci Roland Barthes’in sözü, burada asılı dursun:
“Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir...”
Baktıkça ileri demokrasiyi hatırlarsınız.

***

Genel bir ahlaksızlık

BirGün Tek Başına’nın ilkinde paylaşmıştık. Nisyan ile malul olan bünyelerimize zaman zaman hatırlatma yapacağız diye.

Bugünün “Unutma, Unutturma” kutusu 2011’den gelsin. Haziran seçimlerine bir ay kala Erdoğan mitinglerine hız vermişti.

Bugünlerde “cemaatin kumpası” diye soruşturulan, hatta geçen günler içinde Baykal’ın ifadesine başvurulan kaset skandalını o sırada konuşan pek kimse kalmamıştı. Ancak Erdoğan, bugün “FETÖ yaptı” denilen o rezilliği seçim mitinginde nasıl gündeme getirmişti, hatırlayalım:

“Hâlâ bu medya, bu siyasiler ‘İnsanın özeline karışıyor’ diyorlar. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özel oluyor. Bu özel değil, bu genel genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır…”

Kaynak: Birgun.net