BEHLÜL ÖZKAN

Çok değil daha altı ay önce hükümete yakın gazeteler Halep’in “fethini” müjdeleyen manşetlerle çıkıyor, Halep’i Türkiye’nin 82. vilayeti ilan ediyordu. Türkiye’nin Suudi Arabistan ile birlikte kurduğu, içinde El-Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesiyle birlikte çok sayıda Selefi çihatçı grubu bir araya getiren İslam Ordusu Halep’i “fethetmeye” hazırlanıyordu. Son 4 yıldır Ortadoğu ve Suriye’ye yönelik tüm öngörü ve planları yanlış çıkan AKP hükümeti, bir kez daha hüsrana uğradı. Bugün bırakın Halep’in fethini düşlemek, Davutoğlu’nun kırmızı çizgi ilan ettiği Fırat’ın batısındaki Mare-Cerablus hattının da Esad rejimi ve PYD’nin kontrolüne geçmesi gündemde. Halep demişken, 2011 sonrasında duble yola dönen AKP’nin kırmızı çizgilerini hatırlatmakta fayda var: Ağustos 2012’de Dışişleri Bakanı olarak Davutoğlu 100 bin Suriyeli mültecinin “psikolojik eşik” olduğunu açıklamış, bu sayının aşılması halinde Ankara’nın Suriye içinde güvenli bölge kuracağını söylemişti. Suriyeli mülteci sayısı “psikolojik eşiğin” 25 kat üstüne çıktı. Türkiye bırakın güvenli bölge kurmayı, Rus hava savunma sistemleri nedeniyle Suriye sınırında uçak uçuramıyor. “Nato’nun ne işi var Libya’da” deyip Libya’ya düzenlenen Nato harekâtına en önde katılmak; “Kobani düştü düşüyor” dedikten sonra, Obama’dan gelen telefonla peşmergenin Türkiye topraklarından Kobani’ye geçişine izin vermeye mecbur kalmak… Liste uzayıp gidiyor.

AKP’nin Suriye oyununda konuşulan son perde Suudi Arabistan ile birlikte hareket ederek Rusya ve Esad rejimine karşı Halep’in kuzeyine doğrudan askeri müdahalede bulunmak. Başbakan Davutoğlu’nun Ocak ayının sonundaki Suudi Arabistan ziyaretine Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar da katıldı. Genelkurmay başkanının Kral Selman’ın verdiği yemeğe genellikle tatbikatlarda kullanılan kamuflaj üniformasıyla katılması dikkat çekmişti. Laik bir cumhuriyetin ordusunun, dünyanın en karanlık teokratik devletlerinden Suudi Arabistan ordusuyla hangi ilkeler üzerinde birleştiği, hangi amaçlara varmak için ortak hareket edebileceği sorularını bir kenara bırakalım, Davutoğlu’nun Başbakan olarak Open Democracy’e Aralık 2014’te verdiği mülakata bakalım. Davutoğlu o mülakatta Suudi Arabistan’ı “demokrasiden korkan” “otokratik” bir rejim olarak tanımlamış, Ortadoğu’daki demokratik dönüşüm için bunun engel oluşturduğunun altını çizmişti. Aradan sadece bir yıl geçmesine rağmen ve Suudi Arabistan yerli yerinde durduğuna göre şimdi ne değişti de Ankara Riyad’ın önde gelen müttefiki oldu? Suudi Arabistan Bahreyn, Yemen ve Suriye’de İran karşıtı mezhepçi bir ittifak kurmaya çabalarken, AKP ve Türk Silahlı Kuvvetleri bu ittifakı nasıl değerlendiriyor? Bu ittifakta Türkiye’nin rolünü nerede görüyor? Bunlar cevap bekleyen mühim sorular.

Son günlerde Suudi Arabistan’ın Suriye’ye düzenlenecek olası bir kara müdahalesine 150 bin askerle katkıda bulunacağı haberleri dolaşıma sokuldu. Riyad komşusu Yemen’de savaşacak asker bulamayıp, Latin Amerika’dan bunun için paralı asker getirirken; Suudi Arabistan’a güvenerek Suriye’de maceraya heveslenenler sadece kendilerini değil tüm ülkeyi ateşin içine atacaklarının farkında olmalı. Esad rejimi ve Rusya son dönemde önemli kazanımlar gerçekleştirse de Suriye iç savaşının kısa sürede sona ereceğini beklememek gerekir. Uzun yıllar sürebilecek bölgesel bir silahlı mücadeleden bahsediyoruz.

Türkiye’nin 1974’te uluslararası antlaşmalara dayanarak askeri müdahalede bulunduğu Kıbrıs’ın dış politika için son 40 yılda nasıl bir yük haline geldiğini düşünürsek, Rusya ve İran başta olmak üzere Arap dünyasını da karşısına alarak Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı bir kara harekâtının başımıza ne işler açacağını öngörmek zor olmasa gerek. Suriye’ye girmek kolay görünse de orada kalmak zor, oradan çıkmak ise neredeyse imkânsız. Merak edenler Vietnam, Afganistan ve Lübnan’a müdahale eden dış güçlerin başına neler geldiğine bakabilir.

Kaynak: Birgun.net