A. ÖMER TÜRKEŞ

5 Ocak 1932 doğumlu Eco, tarihçi, filozof, Orta Çağ uzmanı, parlak edebiyat incelemeleri yazarı ve hiç kuşkusuz büyük bir romancıydı. Ne yazık ki roman yazmaya, profesörlük ünvanını alıp -1975 yılında- Bologna Üniversitesi Gösteri ve İletişim Bilimleri Enstitüsü’nün başına getirildikten sonra başladı. Ve çok şükür ki yazmayı ölünceye kadar bırakmadı.

Pek çok romanının yaratıcı imgesinin kaynağı üzerinde çalıştığı tarihi vakalardır. İlk romanı ve başyapıtı “Gülün Adı” barındırdığı tarihi bilgiler ve ağır felsefi tartışmalara rağmen beklenmedik bir okuyucu kitlesine ulaşmış, başarılı sinema uyarlamasının de yardımıyla Eco’ya uluslarası bir şöhret sağlayacaktı. Sonraki romanlarında -“Foucault Sarkacı”, “Önceki Günün Adası”, “Baudolino”, “Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi” ve “Prag Mezarlığı”nda- tarih içerisinde gezinmeyi sürdürdü. Son romanı “Sıfır Sayı”da güncele dönmekle birlikte, hikayeyi biçimlendiren yine tarihsel geri plandı.

Eco romanlarında tarih işin içindedir her zaman ama ne “vaka-i nüvist”lik yapar ne tarihi alt üst edecek postmodern oyunlarla ilgilenir. Romanlarının arka planındaki tarihin ve tarih felsefesinin ağırlığına rağmen çifte kodlama tekniği diye adlandırdığı yöntemi sayesinde keyifle okunan romannlar üretmiştir. Eco’ya göre “Çifte kodlama”, metinlerarası ironinin, üstü kapalı olarak başvurulan üst-anlatıyla birlikte eşzamanlı kullanılmasıdır. Eco’nun romanları çekici kılan tam da budur; çifte kodlama dediği yöntemin yardımıyla yazdıkları çok katmanlı okumalara kolaylıkla açılır. Böylelikle bilmiş okurla kendisi arasında bir tür sessiz suç ortaklığı kurmayı amaçlamıştır. Çünkü Eco’ya göre “edebiyatın amacı sadece insanları eğlendirmek ve avutmak değildir. Aynı zamanda, daha iyi anlamak istediklerinden aynı metni iki kez, hatta belki de birkaç kez okumaları için insanları harekete geçirmek ve heveslendirmektir.”

Gerçek tarihi şahsiyetlere, olay ve belgelere ve akıl almaz ama gerçekten yaşanmış komplolara dayanmasına rağmen kusursuz bir kurmaca dünyası buluruz Eco’nun romanlarında. Mizahı elden bırakmaz. ciddiyetle mizahın harmanlandığı hikayelerinde “aklın canavarlar üreten” düşünce tarzlarının parodisini yapmıştır. Bu düşünce tarzları her ne kadar komik olsa bile yarattığı sonuçlar trajiktir. Yüzeyde neşeli, biraz polisiye tadında, heyecanlı bir hikaye akarken derinlere doğru inildiğinde siyasi ve toplumsal eleştiri açığa çıkar. Hafıza, hafızanın oynadığı oyunlar, hakikat Eco’nun sevdiği meselelerdir.

Yazarlığının kaynaklarına tarih bilgisi kadar roman sanatına ve teorisine hakimiyetini de eklemeliyim. Edebiyat anlayışını edebiyat teorisi haline getirmesini bilmiştir. Mesela “Genç Bir Romancının İtirafları”nda, hikayenin öncelikle ve en başta kozmolojik bir mesele olduğunu söyleyecektir. Eco’ya göre yazar bir şey anlatmak için bir tür yarı-tanrı gibi başlar işe; bu yarı-tanrı, okuyucu içinde tam bir güven duyarak hareket edebilsin diye olabildiğince kusursuz olması gereken bir dünya yaratmalıdır. O dünyanın yaratılması için mekan tasvirleri ve ayrıntı zenginliği gerekir. “Ayrıntıların anlamı” ya da “ayrıntıların sosyolojisi” adı verilen anlayışın önemli köşe taşlarından birisi olan Umberto Eco, yemek tariflerinden kent tasvirlerine, giyim kuşam biçimlerinden ev içi mimarisine, savaşlardan Paris Komününe, kilise ayinlerinden hapishanelere, tarihi şahsiyetlerden dönemin ünlü yazar ve sanatçılarına kadar çok zengin bir malzemeyle yoğurur romanlarını.

“Genç Bir Romancının İtirafları” adlı deneme kitabında Umberto Eco, “genç” nitelemesini kendisi için kullanmıştı. İlk romanı “Gülün Adı” yayımlandığında ellisine bastığını hatırlatarak edebiyat ölçeğinden bakıldığında yaşının -sadece- otuzlarda olduğunu ileri sürüyordu. Gerçekten de gençliğine yakışan bir üslubu vardı. Ölümü vakitsiz oldu...

Kaynak: Birgun.net