Türkiye’de hukukun sırtını insan haklarına dayayan bir standart değil, ‘ortaya çıkan düşmana göre ayar verilen bir sopa olduğunu gözlemlemeye devam ediyoruz. Hazır sırası gelmişken, ‘canını sıkanları da aradan çıkar, aynı torbaya at mantığı evrensel kurallarla uyuşmadığı gibi ‘ders çıkarmak’ yerine ayak direme kolaycılığının devam ettiğini gösteriyor.

Yıllardır gazeteci kılığına girmiş sahtekârları, tetikçileri, kuryeleri, meslek ahlakını para-pul-çıkar ilişkileri ya da korku ile ayaklar altına alanları izliyoruz. Türkiye’de gazetecilik, habere göre klavye tuşlarına vuran meslek erbabının izlediği yol değil döneme göre kıvrılan yılanların çağı.

Artık, Türkiye’de hukukun sırtını insan haklarına dayayan bir standart değil de, ‘otaya çıkan düşmana göre ayar verilen bir sopa olduğunu gözlemlemek istemiyoruz!

Gazetecilik, yıllardır kamuoyunu bilgilendirmek dışında işlevler taşıyor. Basın, güç PR’cıları, iktidar halkla ilişkilerinin, bir döneme işbirlikçi olarak damga vuran şarlatan sızıntılarının temel gücü olarak dikkat çekiyor.

Habercilikten uzaklaşan kitleyi ibretle seyir eyledik, öfkeyle takip ettik, acıyarak temaşa etmeyi sürdürüyoruz. Kurguyu 5N1K’ye göre değil ‘Güçten yana’ yapanlar, bizi değil ama meslek onurunu ayaklar altına almayı başardılar.

Türkiye’de gazetecilik, bavulla kuryelik yapmak, hediyeyle köşe yazmak, emperyalizmin tarifi üzerinden taraf olmak üzerine şekillenirken, tek bir şeyi dile getiriyorduk. Gazetecilik halkla ilişkilerci değil muhalif olmayı gerektirir! Temel çok basittir… Belki saten yatak örtülerinin serili olduğu otellerde yatıp sabah somon fümeyle kahvaltı yapmadık ama vicdanımızı da satmadık!

Hâlâ bir süreç yaşıyoruz. Şimdi tam bu noktada yeni cinayetlere şahit oluyoruz. Avcı avlanıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ironisini yaşıyor. Parmakla gösterip ‘bunlar tetikçiydi’ deniyor. Ancak tam da bu noktada yine adaletin yerlerde süründüğü noktalar var. Bir tarafta kuryeler öte tarafta siyaset bilimci John Keane’nin tarihi sözü: “Bazıları, bazı şeylerin bazı yerde yayımlanmasını istemez. İşte o şeylere haber diyoruz!”

Sapla samanı tam bu noktada ayırırsak doğruları da muhataplarının gözüne gözüne sokabiliriz. 42 gazeteci gözaltına alındı. Aralarında Bülent Mumay da var. Yazarımız ve dostumuz. Mumay’a gözdağı verildi. Taşlar yine yerli yerine oturmadı. Çünkü onun durumu, ‘hazır sırası gelmişken sepete ekle’ pratiğinin en acemi örneklerinden biri olarak görünüyor. Babıali yokuşu, önce basın sonra medya diye anılırken tetikçiden yandaşa, klikçiden biatkâra bir zümre yarattı.

Numunelik, sosyolojik bir zümredir. Tuhaf bir mahalledir. Mumay, başından beri o mahalleyi ibretle, şaşkınlıkla izleyenler arasındadır. Onun göz altısı, John Keane’nin tarihi sözü üzerinden anlamını bulmuştur. Çünkü o, gazetecilik mesleği içerisinde güce, herhangi bir kliğe değil, bazı şeyleri ısrarla bazı yerlerde yayımlamaya çalışanların vicdanına sahip olmuştur.

At sepete mantığıyla dostumuzun suçlanmasına kargalar gibi güler geçeriz. Bülent Mumay, alışageldiğiniz gibi Cemaat’in yakını değil, cemaatin mağdurudur. Kimilerinin arşivi gibi onun da arşivi ortadadır. Dostumuz yalnız değildir. Bu mücadele sadece onun değil, onun yanında olanların ve vicdana taraf olanların savaşıdır.

Artık, Türkiye’de hukukun sırtını insan haklarına dayayan bir standart değil de, ‘otaya çıkan düşmana göre ayar verilen bir sopa olduğunu gözlemlemek istemiyoruz!

Bülent Mumay’ın aynı zamanda ‘üzüm mü yiyecek yoksa bağcıyı mı döveceksiniz sorusuna verilmesi gereken cevaptır. Vicdanıyla yol gösteren muhaliflere ayar verme alışkanlığından ders çıkarın. Paralleciler içimizde değil biz onların içindeymişiz, bununla uğraşın!

Şahidiz, Bülent Mumay Gazetecidir, yanındayız!

Kaynak: Birgun.net