Gökhan Yavuz Demir

Bir başka ismin arkasına saklanarak yazma, Cervantes’in, Don Quijote’de Seyyid Hâmid bin Engelî ile başlattığı ve çağdaşlar arasında da en çok Borges’in sevdiği bir tekniktir. Ama benim bildiğim takma ismiyle de kendi ismiyle yazdığı kitaplar kadar iyi kitaplara imza atan çok da büyük yazar yok - Romain Gary ve Èmile Ajar hariç. Teknik bir tercih veya yazarlıkta rüşdünü ispat etmeden önce gölgede kalma arzusu dışında bir yazar neden bir mahlasla yazmak ister, Batı edebiyatında bunu anlayabileceğimiz nedenler yok. Oysa bizim edebiyatımızda gölgede kalarak yazma isteğinin politik tehditten ekonomik gerekçelere pek çok nedeni var. Bütün bu nedenlerin altındaysa çok basit ve gayet somut bir nedenlerin nedeni yatıyor: Hayatta kalma arzusu.

Tek parti döneminin yakından ilgi gösterdiği yazarlarımızdan Kemal Tahir, 1938’de yirmi sekiz gibi genç bir yaşta girdiği hapishaneden ancak on iki sene sonra, 1950 genel affıyla kırk yaşında çıkabilmiştir. Böyle büyük bir yazarın en verimli olabileceği gençlik yıllarını hapishanede geçirmesi ne büyük talihsizlik! Yazarak, sadece kalemine yaslanarak hayatta kalmanın neredeyse imkânsız olduğu memleketimizde, on iki yıl mapus yatacak yazı adamının da birtakım meziyetler edinmesi şarttır. İşte bu meziyetlerin başlıcası da bildiği Fransızcadan tercüme ettiği ve yasaklı olduğu için de altına ismini yazamadığı polisiye romanları süratle tercüme etmek ve gazetelerde tefrika olarak yayınlatmaktır. Hem F.M. İkinci’nin hem de Samim Aşkın’ın doğuşunun altında yatan tek neden, yasaklı ve para kazanmak zorunda olan genç bir adamın hayatta kalma arzusudur. Bu işte o kadar ustalaşacaktır ki F.M. İkinci çevirmenlikten yazarlığa doğru bir kariyer yükselişi de yaşayacaktır.

1950’ler, hep olağanüstü dönemlerin ülkesi olan Türkiye’nin hızla değiştiği yıllardır. Refik Erduran’ın kaleminden okunması gereken Çağlayan Yayınevi'nin kuruluşu, - yayınevinin tabiriyle - plastik kapaklı tanesi bir lira olan cep kitaplarının peynir ekmek gibi satması başlı başına bir hikâyedir. 1950’lerin Türkiyesinde yüzbinlerce satan ve bugün bile satış sayılarına ulaşılması çok güç olan bu yayın yelpazesinde Refik Halit Karay’dan Reşat Nuri Güntekin’e, erotik romanlardan On Derste Cinsiyet gibi çok faideli bilimsel (!) kitaplara her meşrepten ve her kaliteden yazar ve kitap bulunur. Çağlayan Yayınevi'nin en çok satan kitaplarından biri de Mike’ın Mayk’a dönüştüğü Mickey Spillane’in Mayk Hammer romanlarıdır. Bu serinin altı kitabının her biri de yüz binin üzerinde satmıştır. F.M. İkinci işte bu Mayk Hammer’ların çevirmenidir. Fakat romanların arkası Amerika’da kesilince, yayınevi hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz ve okurlarına müjdeyi verir: “Üzülmeyiniz, Çağlayan sevimli kahramanı ölümden kurtardı! Mayk yaşamaya ve dövüşmeye devam edecek hem de yeknesaklıktan kurtulmuş yepyeni tarz maceralarla... Tatlı kalemiyle Mayk Hammer romanlarını tercüme ede ede bu üslûpta ustalaşmış olan F.M. İkinci’nin yazdığı ilk macerayı tetkikinize arz ediyoruz.” Bu müjdeyi takip eden altı yedi ayda F.M. İkinci tam dört tane Mayk Hammer’a imza atar: Derini Yüzeceğim, Ecel Saati, Kara Nara ve Kıran Kırana... Bununla da hızını alamayan F.M. İkinci 1957’de “Mayk Hammer’dan daha hafiye, daha yiğit ve daha efendi” olan yeni bir karakter yaratacaktır: Merhaba Sam Krasmer.

Kemal Tahir hiç görmediği New York şehrini bu romanlarda “ana caddelerden nedense yüz yirmi sekizinci sokağa, oradan da nehir boyundaki sokaklara sapmışım. Doğru giderek üç köprü yoluna çıktım” diye anlatmakta, New Yorklu gangster ve dedektiflerini “Ulan New York Şehri... Ulan temeline tükürdüğüm,” “Aman Mister Krasmer, ayaklarınızı öpeyim,” “Bana da karısını kaybeden boynuzlu koca hali yaraşır mı yaraşır... Hay Allah kahretsin!” gibi gayet bıçkın ve yer yer mapus damlarından çok iyi bellediği iç Anadolu ağzıyla konuşturmaktadır. Bu romanları orijinallerinden bile daha leziz yapan sır da Kemal Tahir’i kendisi yapan bu büyük anlatıcılığı ve kabadayı jargonuna hakimiyetini gözler önüne seren eşsiz diyaloglarıdır.

Elbette orjinallerinde olmayan ve F.M. İkinci’ye has olan asıl karakteristik ise, Kemal Tahir’in takma isimle yazdığı bu romanlarda bile sınıf analizi yapmaktan vageçmemesi, meselâ Mayk’ın ağzından kapitalizm eleştirisinde bulunabilmesidir. Samim Aşkın imzasıyla 1954’de yayınladığı Halk Plajı’nda hem o dönem için skandal yaratan oğlancılık ve lezbiyenlik gibi tabulara sayfalarca yer vermiş hem de sınıf atlamaya çalışan Kahveci Recep Efendi’nin hayal kırıklığını toplumsalcı bir analize tâbi tutmuştur. Keza F.M. İkinci’nin güya çevirmeni olduğu 1955 tarihli Lükresin Günahları, Sodom ve Gomore’nin günahlarından hallice olmak üzere ensestten eşcinselliğe geniş bir cinsellik içerir. Lükres kısmen Margaret Mitchell’in 1936 tarihli Rüzgâr Gibi Geçti’sinin daha günahkâr bir Scarlet O’Hara’sıdır.

Bütün bu romanların işaret ettiği yalın edebî hakikat ise şudur: iyi bir yazar ne anlatırsa anlatsın iyi anlatır ve iyi okutur; şayet hakikaten iyi bir yazarsa da her zaman okurunu bulur ve çok satar.

Benzerlerine diğer metinlerinde de tesadüf edilebilecek şu iki diyalog için bile F.M. İkinci okunmaya değer: “İnsaf nedir bilmemize meydan bırakıyorlar mı? Kurt kanunu da böyle olmaz mı? Gücü gücü yetene... Ben ne halt edeyim?” (Derini Yüzeceğim, 1954) ve “Dünyaya kurt sürüsünün affetmez kanunları hakimdi.” (Lükresin Günahları, 1955). Daha Kurt Kanunu’nu yazacağı 1969’a on beş sene olan Kemal Tahir’in arkasından göz kırpan F.M. İkinci nasıl sevilmez ki?

Kaynak: Birgun.net